Sana aşık olduğumu anladığım günden beri 4 gün geçmiş. Aslında 3 gün 19 saat ama ben yuvarlamak istedim. Bunu senin anlamış olman durumu için de benzer bir cümle kurup, yuvarlamak isterdim. Sana aşık olduğumu 96 saat (aslında 91) önce anladın diye yazabilirdim mesela. Belki de anlamışsındır, sana gereksiz takılmalarımdan, göz ucuyla sana bakmamdan ve belki de en önemlisi seni her gördüğümde yüzümdeki gülümsemenin diğer insanlara gülüşümden çok farklı olmasından anlamışsındır. Biliyorsun ben çok gülerim ama sana gülümserken hem güzelliğin karşısında duyduğum hayranlık hem de bunu söyleyemememin verdiği hüzün beraber olduğundan dolayı sol yanağımı sağ yanağıma göre daha çok içe çekerek gülüyorum. Normal gülüşümde ise ikisini aynı oranda çekip ağzımı biraz açıyorum. Sana karşı ise dudaklarım hüznü ifade etmek için yatay hale geliyor. Beni bu kadar iyi tanıyor musun, bilemiyorum. Gerçi bir seferinde birbirimize benzediğimizi söylemiştin. Belki sen de böyle yapıyorsundur, ben fark etmemişimdir. Ya da bana aşık olmadığın için görmemişimdir.

 

Gözlerindeki parıltı, kutup yıldızı benim için, yönümü belirliyor (yani sana). Tabi parıltının sebebi glokom da olabilir kontrol ettirmende fayda var. Aşkımızın imkansızlığına rağmen espri yapmaktan vazgeçemiyorum. Aşkımız dedim seni de dahil ettim, kusura bakma ama kötü bir niyetim yoktu. Sadece bir anlığına senin de bana aşık olma ihtimalini düşündüm. Bu bir anın hemen sonrasında tamamını hiç dinlemediğim bir şarkının nakarat bölümü aklıma geldi.

“Yağmur yağıyor şıkır şıkır, yarabbi şükür şükür”

Gönül isterdi ki aklımdan ilk Cemal Süreyya’nın şu şiiri geçsin:

“Dışarıya yağmur,

Yüreğime hasret,

Fikrime sen.

Nasıl yağıyorsunuz üçünüz birden bir bilsen.”

Ama ne yapayım, benim aklıma şarkıdan sonra geldi. Samimi olmak istedim sana karşı. Şiir, aşkımızı düşündükten hemen sonra geldi diyebilirdim. Yemin de ederdim, yakalayamazdın beni. Gerçi birbirimize benzediğimizi söylemiştin bir sefer, belki sen de aşkımızı düşündüğünde ilk bu şarkı geçmiştir aklından da beni böylece yakalardın. Ya da bana aşık olmadığın için hiç aklından aşkımız geçmemiştir.

 

1 hafta içerisinde 4253 kilometre yer değiştirdim. İnsan kendini bulur mu geze geze? Yağmurda ıslanmak, karda üşümek, güneşte yanmak değiştirir mi bir şeyleri sence? Günler birbirinin ardına geçiyor. Dün ne zamandı hatırlamıyorum. Günün her vakti küçük işlerle geçiyor. Oysa ben hep kendimi büyük işlerin insanı olarak görmüşümdür. Aslında yalan söyledim, bazen de kendimi küçük işlerin insanı olarak görürüm. Görüyorsun işte, ufak bir paragrafta bile kendimle çelişmeyi becerebildim sevgilim. Kusura bakma sevgilim dedim ama nasıl olsa burası benim dünyam diye senin için sorun olmaz diye düşündüm. Simit kokusu geliyor burnuma, sahi sen simit sever misin? Saçma şeylerle aklını karıştırıp konuyu değiştirmeye çalıştım ama sen zeki olduğun için bu numaralara pek gelmezsin diye düşündüm. Bunu da yazarak “en azından samimi çocuk” diye düşündürtmek istedim. Sana garip gelebilir bu durum ama bence sen de pek normal sayılmazsın. Senin de gözlerinde hafif bir manyaklık seziyorum. Bugün bunu da düşündüm acaba ben neden atipik insanlara ilgi duyuyorum diye. Şimdi sana eski defterlerden bahsetmem pek uygun değil aslında niye konuyu buraya getirdim, bilemiyorum. Bazen bir cümleye başlarken sonunun nereye gideceğini kestiremiyorum. O yüzden bu paragrafı burada bitirmek istiyorum.

 

Sende bir parçamı bırakıyorum bunları yazarak. Dağınık bir insanım biliyorsun. Eminim bir parçam çalışma masamda da kalmıştır. Yani sana özel bir şey değil hemen şımarma. Şımardığını düşündüm ama belki de hiç umurunda olmadı. Ama şımarmış olmanı dilerdim. O zaman beni bulutlara çıkarmış olurdun. Şu an bunları uçakta yazıyorum yani bulutlara hali hazırda çıktım ama sen beni mecazi anlamda bulutlara çıkarırdın.

Bazı şeylerin belki de bir ihtimal olarak kalması iyi bir şeydir. Potansiyel olan aşkımız gerçeğe dönüşse belki mutsuz olurduk. Aklıma yine Cemal Süreyya’nın bir sözü geldi.

“Kim istemez mutlu olmayı ama mutsuzluğa da var mısın?” Yokuz dememiz gerekir, neticede ikimiz de akıllı insanlarız. Ama ben bundan bu kadar emin olamıyorum. Yani bu soruyu aynı anda sorsalar bize senin cevabını bekler, sen yokum deyince ben de yokum derdim. O yüzden sen benden daha akıllısın, bu yüzden de ben bu sorudan emin olamıyorum ve mutsuzluğu göze alabiliyorum. Hayat böyle döngülerden ibaret, ipin ucunu yakalayamıyorsun.

Ve evet, ayrılık zamanı geldi. Aşkımız gibi ayrılığımız da hayali olacak haliyle. Başka zamanda başka şartlarda karşılaşsaydık farklı olurdu belki.  

 

Hani bazı dizilerde, filmlerde yazar ya gerçekten hayattan esinlenilmiştir diye. Bu hikâye ise buna zıt, tamamen gerçeklikten uzak bir şekilde yazılmıştır. Bazı yerlerde gerçekliğe yaklaşıldı korkusu oluşmuş bu yüzden hemen ardından mizah kullanılarak gerçeklik ile ilgili şüphe oluşturulmaya çalışılmıştır.

 

Zaman akıyor, hatta o kadar hızlı ki dönüp arkaya bakma fırsatı dahi bulamıyorum. Gözlerimde hep bir hüzün. Sana bakmaya doyamıyorken senin bana bakmaman dokunuyor bana. Bir kere de karşılıklı olsun şu aşklardan bir tanesi.