Bugün günlerden sessiz yağmur. Dans eden damlaların ahengi yağıyor üstüme. Tabi olarak battaniye ve kahve ikilisinden umutluyum yine. Her yağmurda bu dansa eşlik edişim ve kurduğum hayallerim, aslında gerçekleşmedikçe kendini tekrar eden ritüeller oldu. Her zaman bir umutla bakmayı, her seferinde istekle hayalini kurmayı, yaptığım her kahveyi soğuduktan sonra içerken yine unutup başa sardım. Gelecekten o kadar ümitliyim ki var olanı yaşamayı hiç denemiyorum. Hatta denemeyi bırakın farkında değilim bile. Birçoklarının olmadığı gibi. Hangimiz gerçekten hissederek içine çekiyor anını, balkona çıkıp bir nefes almak dahi o kadar uzak ki bize artık. Çiçekleri sulamayı bir görevden ibaret görüyoruz. Solmamaları gerekiyor malum solarlarsa annemize hesap vermemiz zorunlu olacak. Bir çiçek bile bize artık fazlalık oldu. Hangi andan bahsediyoruz ki? Tahammülümüzün kalmadığı bir hayat içinde, gerçek isteklerimizden bir hayli uzak, bize sunulan seçeneklerden birinde kendi seçtiğimiz hayatı yaşıyoruz güya. Dayatılan kalıplardan birini seçince '’kendi seçtiğimiz hayat'’ oluyor ya nasılsa. Bize verileni biz seçmedik. Bize verilene boyun eğdik biz. Karşı çıkmak, bulup aramak yerine hazıra konduk. Bilmem kaçımız farkında, farkında olanımızın elinden ne gelir? Bu balık sürüsünden ayrılıp ağa takılmayanlar var mıdır acaba? Tersine, en başa gidenlerimiz neredeler şu an? Bize yol gösterecek kişiler nerede? Onlar olmadan ne yapalım ki biz? Öncümüz nerede bizim?

Güldürmeyin beni. Kimsenin kimseye yol gösterdiği yok. Kendi olanın kayıp hikâyesini anlatan izci bir güruh(!) var. Başkalarına yaranmak adına sahte yaşamları kabul etmeyenleri dillerinden düşürmeyen, düşüremeyen koca bir güruh. Kaybolmamak için ona gösterilen yoldan ayrılmadan hedefine gidenler var. Hedefleri de kendilerine ait değil yalnız. Kafasına üflenen üç cümleden ikisini değerlendirmelerine göre reddeden bir güruh. İronik. Kendine ait olmayan fikirlere dört kolla sarılıp varlığını unutan bir güruh. Sevgileri, hayalleri, korkuları, istekleri, zevkleri, cazibeleri, hissettikleri...

Hepsi başkasına ait bir kalıp aslında yaşadıklarını iddia ettikleri bu hayat. Bir kere olsun sinirlenip de en içten küfredemeyenler ya da tersine bir halt olduğuna inanıp dilinden düşürmeyenler. Ayıp olmasın diye kibarlıktan kırılmayı seçenler ya da çevresinde yer edinmek adına ciğerlerini solduranlar. Bir kere olsun kendi içinizi dinlediniz mi gerçekten? Ben neden ayak uydurmak zorunda hissediyorum diye sordunuz mu? Yalnız kalmayı göze alarak kendiniz olmayı deneyebildiniz mi? İnsanlar arasında statü edinmenin gereğini bir kere olsun sorgulayıp gerçek reçetenizin sessizliğinizi dinlemek olduğunu anlayabildiniz mi? Yeri gelince dibe vurup yeri gelince sevinçten kuşlara haber yolladınız mı? Kırgınlığınızı en nahif hâliyle masaya serdiniz mi? İstemediğiniz ilişkileri reddedebildiniz mi yoksa sevgilinizin güvenli limanına mı sığındınız? Ne yaptınız gerçekten? Hiç denediniz mi kendinizi? Istekleriniz size içinizden seslendi mi hiç? Dört beş yıl sonra bir gece farkına varıp sorgulamayı mı bekliyorsunuz yoksa? Üzgünüm ama içinizdeki gerçekleri bu kadar iteledikten sonra birden sorgulamaya başlamanız bir sonuca ulaştırmayacaktır sizi. Sizin yapamadığınızı yapıp isteklerinin güvensiz denizlerinde keşfe çıkmış mürettabatı cesaretinden dolayı imrenerek izleyebilirsiniz pek tabii. Hatta merak bile edersiniz bu yolculuğun zaman seçimini. ‘'Peki neden şimdi?'’ diye sorarsınız. Belki kendinize bile yorarsınız. Tanımıyorum sizi, birçok soru takılır kafanıza. Soruları soran da cevaplarını merak eden de bunca zaman bekleyen de aslında sizsinizdir. Neden konuşmadın diye siz sormadan önce ben size soruyorum. Siz neden kendinizi dinlemeyip pasif kaldınız? Kendinizi boşuna yordunuz. Nedenini, nasılını siz düşünedurun.

 Biz mürettebat olarak tuzu koklamaya devam edeceğiz.