insan hayallerinin ölümüyle yüzleşince yaşamak namına bir olgusu kalır mı? bu sorunun yörüngesinde insanlık ikliminin mevsimleri sorgulandığında insan nedir ve ne olmalıdır? çünkü varlık diye atfettiğimiz meta olguları eskimeye ve eskidikçe yenilenmeye mahkumdur. yani kökleri ve kökenleri değişime tabiyse ve insan bu kök-köken itibariyle değişecekse net ve keskin bir insan tanımı ve formu ortaya koymanın mümkünlüğü ortadan kalkacaktır. böylelikle zaman ve mekan dönüşüme uğradığında insanda otomatik olarak buna ayak uydurmak zorunda kalacaktır. aksi takdirde yaşama sahasındaki kavramlar bir anlam ve mana içermeden, içeriksiz var olmuş olanlar olarak atfedilecektir. kısacası var olmanın ön koşulları, normal insan düzlemi içerisinde kendine yer edinme çabası açısından bu ön koşulların gerçekleştirmesi gerekmektedir. peki normal olmak gerçekliğe sahip midir? ya da gerçek dediğimiz gerçekten de gerçek midir? ya da hayatta doğru dediğimiz şey doğru mudur? bu soruların çeperinde tüm canlılığı sorgulamaya tabi tuttuğumuz bilimin sunmuş olduğu doneleri bir kenara bıraktığımızda metafiziksel açı bağlamında elimizdeki dominler bize gerçek bir gerçeklik veriyor mu yoksa bir simülasyon içinde kodlarımızın olduğu ve dışına çıkamadığımız bir oyunda mı olduğumuzu düşünüyoruz? tam da bu noktada canlılığın sav ve öngörüsü sığ mı yoksa derin bir bağıntıya mı hakimdir? soruları çoğaltmak mümkün olduğu gibi soru sormadan da kabul ederek de devam edebiliriz. ancak o zaman da yaşam şemasındaki yerimizin ne olduğunu bilmeden ve anlamadan sadece yaşadığımızı varsayarak bir eylem harmonisinde bulunmaktan ileriye gitmediğimiz bir gerçektir. çünkü yaşamanın bize vaaz ettiği olgusal kareografi sadece eylemsel bir tür değildir. çünkü yaşamak denilen erdemin içinde içerik olarak kodlanmış, yani metafizik yönümüzün de olduğunu kabul ederek bu açıklamayı kabul ederiz. yani duygularımızı, inançlarımızı vb. tüm yargıları buradan doğuşuna izin vermiş oluruz. aksi takdirde ne gerçekliğin ne de gerçekliğin ters yanı olan sahtenin bir manası olur. o yüzden tüm sahteliğin ve gerçekliğin beslendiği kaynak olarak yaşamanın zeminini keşfetmemiz gerekmektedir. peki buna hazır olacak kadar kendiliğimizin keşfini sağladık mı?