Başkalarında ayıpladığım her bir şeyin kendi içimde de yer işgal edip kök saldığını, bir gün kafasını dışarı uzatmak için uygun bir fırsat beklediğini fark ettiğimde yok olmuştum. Birkaç minik izimle birlikte yeryüzünden tamamen silinmiştim ve hiç doğmamış gibiydim artık. Fakat nereden çıkıp gelmişti bu davetsiz misafir aniden? Ya da hep mi oradaydı belki de? Tüm bunlar bir kendini kandırmacadan mı ibaretti? Ne sanmıştım kendimi bunca zaman? Derinliklerimdeki, 'ben' dediğim şeye neredeyse tamamen zıt bu ucubeyi nasıl saklamış, ne kadar da muazzam bir ikiyüzlülükle muaf tutabilmiştim yeryüzünün geri kalanından? İşte gösteriyordu açıkça yüzünü; artık kamuflaja, sinsiliğe ihtiyaç da duymuyordu. 'Hey, sen!' diyordu. 'Hiç buruşturma yüzünü öyle bana bakarken. Tiksintin kendine! Çünkü ben sen'im!' Aman tanrım! Ben gerçekten de oydum! Onlarcasından biriydim nihayet. Koyu kırmızı çizgilerim artık incelmiş ve toz pembeleşmiş, ayrılmaz parçam zannettiğim şahsi anayasam şişman bir balona dönüşmüş. Bir sabah uyanıp son kalenle birlikte artık her şeyini kaybettiğini fark edersen, ne ile, ne amaçla yaşama tutunmaya devam edebilirsin? Hem gerek mi var buna? Fark mı kaldı sanki ölünle dirin arasında? Yazık! Böyle doğduysam sana, böyle olduysam bana yazık!