Ulu, nefti ve serin
hamak uykularında kıpraşan tırtıl
ışıl birikinti...
Ruhum dönenmeden vecdimde
bir kafa tasından seçmiştim yokluğu
Yağmur yoktu daha,
çeperden sair kir yoktu.
Orada bulutları yanağından seven
O küçük ihtiyar da yoktu.
Kavşağın bucağında duranların
göz yorgunlukları vardı yalnız
maun tıkırtıların yağdığı mumlar...
Bizler,
hep göğsünde çukurla baktık göğe
o sıra yeşerdi gökçe şeyler
öz
o sıra güpürdedi
merdiven o zaman ağrıdı
Hatırlıyorum,
ırmakların vardığı yerde kan birikti
eşkin sürüdü Havva'yı bağında
"sürgünlüktür yaşamak"
diyenlere inanmıyorum
O zaman saklı harfler vardı.
elifin bağrında kan tomurcuğu,
A'da saklı an vardı
levh-i mahfuz değildir bu
-yarada saklı acı belki-
ve sürgün de değildir bu
yalnızlığın ilacı
- belki-
Sonrasında kapının ucunda izledim hayatı
fısıltıdan kırpma boğaz acısıyla
Eşya yerindeydi, ses yerindeydi
eşyanın sesini duymak için kırdım kulağımı
acıyla anladım,
doğmak buymuş meğer
Kamaşır da öyle kayarmış yıldız
Yaşamak da değil hem
yaşamamak soruymuş meğer
Peki ya nasıl örtünecek pencere
nasıl şaşıracağım ardındaki dünyaya
gümbürtüyle akarken bir dere
etrafındaki kuşlar nasıl susacak
Geçer demişti bir kere ozan
geçer acı da, mutluluk da, hayat da...
Peki ya doğru soru:
bir şiir nerede duracak?
,
2024-05-29T21:47:20+03:00Belki kamaşıp da kaymayı bıraktığında yıldızlar...