Birkaç saattir yoldaydım. Motoruma atlayıp kendimi bulmaya gidiyordum. Belki bu sefer bulurum diye aklımdan geçirirken kenara çektim motorumu. Motorum oldukça güçlü ve heybetliydi. Hem öyle olmasa hem bedenimi hem de ağırlaşmış ruhumu nasıl taşıyabilirdi ki? Kaskımı çıkarıp etrafı izlemeye başladım. İlerideki tarlada çalışan işçileri gördüm. Yağmura hiç aldırış etmeden ağacın hediyesi olan meyveleri topluyorlardı. Üzerimdeki bakımsız deri monttan yağmur damlaları bir bir süzülüyordu. Montumun iç cebinden güneş gözlüklerimi çıkarıp taktım. Gökyüzüne kaldırdım kafamı. Damlalar gözlüğün camında sıraya giriyorlardı. Bu hoşuma gitmişti. Yüzüm, saçlarım ve uzun zamandır kimsenin öpmediği dudaklarım ıslanmıştı. O sırada kırmızı bir tır yanaştı, içindeki yaşlı adam bana doğru seslendi.

"Hayırdır bozuldu mu?"

"Ne bozuldu mu?" dedim.

Yaşlı adam suratını ekşiterek,

"Motor diyorum, motor bozuldu mu? He heey, gündüz vakti de içmiş!" dedi.

"Hayır, kendimi arıyorum."

Bu sefer şaşırtmıştım onu, telaşlı bir şekilde, "Burada mı kaybettin?" dedi.

Bu soruya da ben şaşırmıştım, sadece "Belki" diyebildim. Güldü, hadi kolay gelsin sana deyip gaza yüklendi.

O an tablamı çıkarıp bir sigara yaktım. Acaba kendimi burada mı kaybetmiştim, diye düşündüm. Hayır, buraya ilk kez geliyordum. İhtiyarın bir bildiği var diyerek motoru geldiğim yöne çevirdim ve kendimi kaybettiğim yeri aramaya koyuldum…