Geleceğin karamsarlığı çöküveriyor üzerime.

Yarınların karanlığında boğuluyorum. Ben, çok yorgunken sırtıma binen bu ağırlık belimi büküyor; yaşamın ağırlığı altında ezilmek demek bu olsa gerek.   Peki bu düşünceye batmamıza sebep olan şey nedir ya da sebepler nelerdir?

Ben küçük bir çocukken bile elimde kırmızı balonlarım olmadı, gökyüzü bana hiçbir zaman masmavi gelmedi. Karamsarlığım gibi gördüm her yeri. Beni doğuran insanla hiç fotoğrafım da yok mesela. Her çocuğu kucağında olan resim karelerinde yerde, o soğuk karolarda oturan bir bebektim. O resimler bana çok acıklı geliyor baktıkça. Karanlık ve sevgisiz geçmişimde de meğer ne kadar yalnızmışım. Küçüklük fotoğraflarıma bakmak istemiyorum. Tatlı bir çocuk fotoğrafı insanın içini ısıtır genelde. Ama ben kendi resmime bakmaya cesaret edemiyorum. Tatlılığımdan mı dersiniz. Hayır. Kendimle yüzleşmeye korkmaktan. Çocukken ruh halin neyse yetişkin olduğunda da arada çok bir fark olmuyormuş.  Mutlu bir çocuk olamadığım gibi mutsuz bir yetişkin oldum. Bu boşlukla büyümeye bırakılmış bir bireyin hayata dair bir anlam bicebilecegini pek sanmıyorum. Serüveni hep bir anlam arayışı, boşluk hissi, ve kendine haksızlık etmekle geçiyor. Bunun aksini yaşamak isteyen birinin ne yapması gerek? Bunun cevabını o resme bakınca bulabiliyorum sadece.