"...Yapılan bütün eleştirilerin karşısında o tamamı ataerkil toplumun ortasında, korkuya kapılmadan kitaplarına sarılabilmeleri için kim bilir nasıl bir yetenek, nasıl bir tutarlılık gerekmişti? Bunu sadece Jane Austen ve Emily Bronte başardılar. Bu, onların hayatlarındaki belki de en önemli başarıydı. Onlar erkek gibi değil, kadın gibi yazmışlardı. O dönemde roman yazan binlerce kadının arasında sadece bu ikisi ebedi eğitmenin dikte ettiklerine kulak asmadan yazmışlardı. Onlar zaman zaman homurdanan, zaman zaman büyüklük taslayan, zaman zaman hükmedici, zaman zaman kederli çıkan, zaman zaman korkulu, zaman zaman öfkeli, babacan olan sese; kadınları rahat bırakmayan bir dadı gibi ısrarcı olan o sese karşı direndiler. Sör Egerton Brydges gibi zarif olmaları için ricada bulunan, hatta şiiri ve cinsiyeti eleştiren, eğer iyi davranırlarsa bir ödül kazanacaklarını vaat eden, bahsi geçen beyefendinin uygun bulduğu sınırlar içinde kalmaları gerektiğini söyleyen sese sadece kulaklarını tıkadılar..."