İlaçların yok artık Ayperi,  ismin kadar uzaksın gerçeğinden. Bir gün biteceğini sansan bile ömrün kadarmış yaşadığın bu yabancılaşmanın son tüketim tarihi. İsmin gibi hem gerçek olmaktan çok uzak hem de yüzyıllarca dilden dile  anlatılan masallar gibi nefes aldığın dünya; sana hep içten içe yalanmış. Sana hep gökyüzünde uçan kargalar, sokaklarda yürüyen o bambaşka hayatlar ve sevmek gibi savaşmak da büsbütün masal, yanından uçup omuzlarına değemeyecek kadar uzaktan izlediğin bir kurmacaymış dünya, yazdıkların gibi hep koca bir çocuk bahçesinde yeniden ve yeniden bir kabus gibi usanmadan yaratılan birbirine tıpatıp benzeyen oyunlardan farksızmış, hiç dur durak bilmeyen, bilmediğin bir varlığın rahminden her gün aklının kara elleriyle sana doğru çekilen. 


Geceleri bir değil iki tane kadın var Ayperi’nin yatağında, bir değil iki tane kızgın kadın ruhunda; kamburu çıkık yürüyor biri, ısrarla kafasını göğe doğru kaldırıp kamburu çıkana öfke kusuyor diğeri. Bir tanesi yıllardır ne oluşunun ne de vücudunun farkında diğeriyse durmadan hissedebilmek için sıkıyor ellerini, yumuyor gözlerini, oluşunu hiç fark etmeyen o kadını öldürüp yerine geçmek için düşler kuruyor, biliyor, bir gün onu hiç hatırlamayacağı bir geleceğe gömeceğini. 


İçindeki iki kadını da yok etmek istiyor Ayperi çünkü ikisi de hırsız, ikisi de çalıp duruyor onun kimliğini. Doğrusu da  yanlışı da olmayan bir dünyanın ortasında duruyor Ayperi, doğruların kesinliğini anlamıyor ve yanlışların günahına inanmıyor. Sadece onu bir yukarı bir de aşağı doğru çeken bu iki kadının kavgasını bitirmek, bir bedenin ve bir aklın içinde belki tek bir masal, tek bir kadın olmak istiyor. 

Bir bedene bu kadar kadın fazla Ayperi, bir cana birden fazla yara, sığamıyorsun tek bir yatağa, bir tek vücudun içinde seni sınır dışı edip bambaşka iki kişiyi yaşatabilmek için küçücük bu dünya, evin dar, yolun kısa…