Hepimiz bir şekilde kimliklerimizle tanımlanırız; adımız, soyadımız, mesleğimiz… Bunlar, doğrudan toplumsal yapılar tarafından şekillendirilen, dışarıdan yüklenen kimliklerdir. Ancak, ya bunların ötesinde bir kimlik varsa? Sadece toplumun bize dayattığı rollerle mi var oluyoruz, yoksa gerçekten kendimizi bulmak için bir çaba içinde miyiz? İçsel kimliğimiz, yani öz benliğimiz, bu sürecin neresinde yer alıyor? Bu yazıda, toplumsal kimliklerimizi nasıl inşa ettiğimizi, içsel benliğimizi bulmanın önündeki engelleri ve öz disiplinin bizi nasıl özgürleştirebileceğini sorgulayacağız seninle.
İki sosyal kimlik var, der Doğan Cüceloğlu: İlki, doğduğumuzda bize verilen kimliktir; adımız koyulur, bir din atanır, birilerinin oğlu/kızı, yeğeni, torunu, arkadaşı oluruz. Bir de kendi çabamızla toplumda yer edinebilmek için (yine büyük bir oranda toplumun yönlendirmesiyle) kazandığımız kimlik vardır. Doktor, avukat, amele, temizlik işçisi oluruz.
Peki, bizim kendi kimliğimiz, yani öz benliğimiz, bu işin neresinde? Doğan Hoca, denetim odaklı korku kültüründe yaşadığımızdan bahseder. Toplumun verdiği değer kadar var oluruz bu kültürde. Matematik yapamıyorsan başarısızsın, kabadayı değilsen erkek değilsin, sen kızsın edebini bil gibi durumlara, direkt yahut dolaylı, fazlaca maruz kaldığımız bu toplumda, öz benliğimizi bulmak bir yana, arayışa bile giremiyoruz. Çünkü korkuyla oluşturulan bir disiplin var.
Engelleyici faktör ortadan kalktığında her şeyi mubah görürüz. Bazı insanların yanında yapmaktan kaçındığımız davranışları, onlar yokken rahatlıkla gerçekleştiririz. Ahlakı bir odaya hapseder, yalnızca oradayken ahlaklı oluruz. En tepede olabildiğimiz yerlerde, yalnızken, yüksek bir mevkideyken ya da etrafımızdakilerden üstünken, bizi sınırlayan duvarlar ortadan kalkar. Tüm bunlar olurken veya olduktan sonra kötü hissederiz; ikiyüzlü olduğumuzu düşünürüz. Sonra da sahte özgürlüğün verdiği yalancı haz ile bu duyguların üstünü kapatırız. "Kimse görmedi," der geçiştiririz. Unuttuğumuz bir nokta var ki: Kimse yokken bile sen varsın, yani öz benliğin.
Aynı şey, düşüncelerimiz, hedeflerimiz, hayallerimiz için de geçerlidir.
İç disiplinimizi sağladığımız zaman, tüm bu problemler, ikilemler ve baskıdan kurtulmuş oluruz. Nasıl mı? Şöyle düşün: Yolda yürürken elindeki ambalaj kâğıdını çöpe atmak için saklarsın ya da yere atarsın. İlk durumda, yani çöp ararken, bazı sebepler vardır; duyarlı bir vatandaş gibi görünmek ya da "Acaba gören olur da hakkımda ne düşünür?" diye saklamak. İkincisinde ise el âlem ne der düşüncesinden sıyrılıp, onu yere atınca ortaya çıkan anarşik hisler ve kalıpları yıkma düşüncesi olabilir.
İç disiplini yüksek olan, yani benliğinin, dünyanın, hayatın farkına varmış kişinin o ambalajı yere atmamasındaki sebep, (oldukça basit görünen bu hareketle bile) yaşamı, doğayı, yani evini koruma içgüdüsüdür. Ailesinden, okuldan öğrenmiştir bunu ya da farkına varmıştır bir şekilde.
Şimdi bu örneği soyutlaştıralım: Bazı sorular ve bazı hisler vardır, kafamızı kurcalar durur. Dışarıya açmaya çekiniriz: "Acaba yanlış anlaşılır mıyım? Acaba bunlar yanlış şeyler mi? Ben günahkâr mıyım?" gibi düşünceler sebep olur buna. Toplum bizi böyle eğitmiştir, değerler gelişime kapalıdır, biz de bastırır dururuz bunları. Uzaklaşınca temizlendik sanarız fakat yanılırız.
İçimize gömdüğümüz bütün duygular birikir, bir balon gibi şişer. Kontrolsüz şişen her balon gibi, önünde sonunda biz de patlak veririz bir yerden. Bazen bir hastalık olur, bazen psikolojik bir rahatsızlık, bazen "delirmişsin" derler. Hayır, sen sadece özgürce yaşamak, düşünmek istiyorsun. "Ne derler?" diye çöpe atma hislerini sakla, onları yaşa; incele, sor, araştır, en önemlisi herkesleşme. Farklı olmaya da çalışma, anarşi çözüm değildir. Kendin olarak yık o kalıpları.
Bir bak bakalım, kendini tanıyor musun? Sevdiğin şeyler gerçekten senin zevklerin mi? Davranışlarının ne kadar bilincindesin? Birileri öyle yapıyor diye mi sen de öyle yapıyorsun, yoksa bir temeli var mı? Hayallerin gerçekten sana mı ait? Onları kendine ait hissediyor musun?
Sorular daha sayısız artabilir, kendine göre değiştirebilirsin. Sanıyorum ki doğru soruları, doğru şekilde sorup, doğru yerde cevap ararsak birçok sıkıntının üstesinden gelebiliriz.
Sonuç olarak, kimliklerimiz toplum tarafından şekillendirilen, bazen de baskılarla sınırlanan yapılar olsa da, gerçek benliğimizin çok daha derinlerde bir yerde var olduğunu unutmayalım. İçsel özgürlüğümüzü ve öz benliğimizi keşfetmek için, dışsal baskıları bir kenara bırakıp, kendi iç sesimizi dinlememiz gerekiyor. Kendimizi tanıma yolculuğu, dış dünyadaki normlardan bağımsız olarak, kendi değerlerimizi bulmakla başlar. Ne derler diye endişelenmeden, iç disiplinimizi oluşturarak, kalıpları yıkabiliriz. Belki de gerçek özgürlük, sadece başkalarının ne düşündüğünden bağımsız bir şekilde kendi yolumuzu çizmektir. Kendini tanımak, özgürleşmek ve dışarıdaki seslerden bağımsız olmak, bu yolculuğun en önemli adımlarıdır.
Buraya kadar okuduysan, çok teşekkür ederim. Umarım bir daha görüşebiliriz, güzel insan. Kendine güzel bak, unutma; her şeyin özünde sen varsın. Bir sonraki yazıda görüşmek dileğiyle…
Sevgiler!
Leyl-i Füsun