Bizim sokak üç bilemedin dört katlı aile apartmanlarıyla doluydu. Herkesin tanış olduğu, hiçbir dış kapının kapalı olmadığı, daire kapılarınınsa anahtarlarının içeriye değil dışarıya takıldığı bir sokakta geçti çocukluğum. Çocukluğum dediğime bakmayın halen aynı sokaktayım. Evet, sanki 30 sene öncesinden bahsediyormuşum gibi ama değil. Ve evet, sanki İstanbul değil de küçük bir kasaba hayal ettiniz ama sizi şaşırtayım. Tam da İstanbul. 


Biz çocuklar öyle akşam ezanına kadar değil, gecenin 1'lerine kadar dışarılarda olurduk. Büyük, küçük hepimiz çok iyi anlaşır, hep beraber oyunlar oynamayı severdik. Mesela ben futbol oynanırken genelde hakem olurdum. Öyle kız-erkek ayrımımız da yoktu. Voleybol turnuvaları yapılırdı, bir pencere demirinden karşıki pencere demirine ip gererdik. Tüm komşular seyircimiz olurdu. Öyle turnuvalar yani. Eğlenceli bir sokak çocukluğu geçirdim. Sanırım bu bir şans.


Her sokağın olduğu gibi bizim sokağımızın da değişik huyları olan sakinleri vardı. Mesela bir Cemil amcamız vardı, her gün evinin önünü süpürür, arka bahçesinde devasa boyları olan ortancalarını sever, onlara gözü gibi bakardı. Asla o bahçeye kimseyi sokmazdı. Sokaktan geçen hızlı arabalara çok sinir olduğu için, bir ustaya tam evinin önüne denk gelecek şekilde tümsek yaptırmıştı . Öyle değişik.


Hayriye teyzemiz vardı, hemen yan binamızda üçüncü katta otururdu. Çok ses yaptığımız zaman dellenirdi. Kışın kafamıza soğuk su döker, yazın sıcak su dökerdi. O zamanlar su ısıtıcısı da yok, üşenmeyip ısıtıyormuş demek ki. Bu eski topraklar çok anormal insanlar. Ha, az kalsın unutuyordum. Bazen de yerinden çıkan kaldırım taşlarını eve götürürdü, su dökmeye üşendiği zamanlar kaldırım taşı fırlatırdı. Neyse ki kimseye bir şey olmadı. Bir de arka bahçesinde yanlış hatırlamıyorsam altı, yedi tane nar ağacı vardı. O narlardan tüm sokak nasiplenirdik. 


Annemin amcası, Hasan amca. Bizim binanın giriş katında oturuyordu. Yine fazla ses yaptığımız zamanlar arka bahçeden çamaşır ipini germek için kullandığı sırığı alır, gözlerini belerterek üzerimize koşardı. Beni de hiç kayırmazdı diğerlerinden sağ olsun.


Köşede bir Mehmet amcamız vardı, ses yapmamıza hiç kızmazdı ama o da çok somurtkandı. Sokağın en çok bitkisi ondaydı. Bahçesine girince kendimi fidanlıkta ya da bir botanik bahçede gibi hissederdim, çok severdi bitkilerini. Her gün onlara harcadığı zamanı kendine harcamazdı.


Nare ablamız vardı bir de, gençten bir kadındı. İki oğlundan biri engelliydi. Engelli oğlunun adını hiç ağzından duymadım ama diğer oğlunu günün sanırım 10 saati duyardık. Çünkü sürekli "Buraaaakk" diye bağırırdı. O zamanlar çok sinirleniyordum, bir insan sürekli dışarıda oynayan çocuğuna niye avazı çıktığı kadar yaklaşık beş dakikada bir bağırır ki? Hava güzelse ve güneşliyse engelli oğlunu kucağına alır balkona çıkardı. Bir de bir alışkanlığı vardı, karşı çaprazımızda giriş katta oturduğu halde bizim evi (üçüncü kat) dikizlemeye bayılırdı. Ne zaman balkona çıksam gözü üzerimdeydi, hatta balkona çıkmasam bile yan pencereden görürdüm, sürekli bizim eve bakardı. Belki meraktan, belki tamamen can sıkıntısı, belki istediği hayat bizimkisi gibiydi, bilemiyorum.




Sonra ne mi oldu?


Kentsel dönüşüm zırvalığı kapımızı çaldı, birer birer dağıldık, toparlanmamız uzun sürdü. Bu arada Cemil amca ve Hayriye teyze dünyaya gözlerini yumdu.


Cemil amcanın gözü gibi baktığı dev ortancaları mazi oldu. Yaptırdığı tümseği kaldırdılar. Hayriye teyzenin narları desen, onlar da yok artık. Kızı sonra bir tane nar ağacı dikti, şimdi yine nar veriyor ama bize kalmıyor. Hasan amca desen evden çıkmaz oldu. Mehmet amcanın o muazzam botanik bahçesi yok oldu, artık eskisinden de somurtkan dolaşıyor. 


Nare'yi merak edenler. Nare bu anlattığım isimlerin arasında tek kiracıydı. Yoksul bir aileydiler. Kentsel dönüşümle evler yenilerine dönüştü de Nare'nin bütçesi olduğu gibi kaldı. Nare bir daha sokağına dönemedi. Şimdi nerede bilmiyorum. Muhtemelen dönüşmemiş bir evde yaşamaya devam ediyordur.