Osman dede yaşına göre dünyaya geniş bir pencereden bakabilen, yüzünden gülümsemesi asla eksik olmayan, sohbeti ile insanların içini ısıtan bir insandı. 82 yıllık ömründe bir kısmından haberimizin olduğu birçoğunu da hiç bilmediğimiz sayısız insana yardım elini uzatmıştı. Köyden şehirdeki hastaneye gelenlere evini açmış, köyden okumaya gelen öğrencilerle hem evini hem sofrasını paylaşmış, kırgınları barıştırmış, ihtiyacı olana elindekileri vermiş, hiçbir komşusunu aç bırakmamış, çocuklara hediyeler dağıtmış ve paylaşmaktan hiç vazgeçmemişti. Şehrin en zenginlerinden birisi de Osman dedenin cenazesinde onu yad ederken dükkanı ilk açtığında rafları ondan aldığı parayla doldurduğunu, torunlarına bu refahı Osman dedenize borçlusunuz diye tembihlediğini söyleyince hepimiz şaşırmıştık. Zira Osman dede zor durumdayken bir kere bile görmemiştik bu vefalı zengini…

Osman dede okumayı çok severdi. Babası okutmamıştı onu, hayvanları gütmeye göndermişti hep. Okuyamamış olmanın eksikliğini her defasında üzülerek belirtmişti. Okumayı da kendi çabasıyla öğrenmiş ve o günden beri takvim yaprağı, ilaç prospektüsü, gazete, kitap vb eline ne geçtiyse okumuştu. Bazen televizyonun alt yazılarını okumak için çabalardı ama alt yazı hızlı geçince sinirlenirdi. Takvim yaprağını evinin avlusundaki sedire oturup işe yarayıp yaramadığını bilmediğimiz gözlüğüyle dikkatle okurdu her sabah. Okul kitaplarımızda yazanları anlamasa bile sabırla okurdu. İlaç prospektüsünü okurken kimse ses etsin istemezdi, önemliydi ilaç prospektüsünde yazanlar. Prospektüs diyemediği için 'puros' okuyorum sessiz olun derdi.

 

Yıllarca tarlalarda çalışmıştı Osman dede, biriktirdiğini de hep dağıtmıştı. Haramdan çok korkardı, yemeğe başlamadan şükrünü belirtir, helal yemeyi nasip et, olmayanlara daha çok ver derdi. Namazlarına olan sadakati ve namaz esnasındaki teslimiyeti herkesi etkilerdi. Kışın evinin avlusundaki çeşmeden akan soğuk suda abdest alırken üşüdüğüne dair en ufak bir belirti sezinleyemezdik. Namazı biter bitmez uzun uzun dua ederdi. Bana annem ve babamdan daha çok dua ettiğini bildiğim tek insan Osman dedeydi. Kalp hastası olmasına rağmen oruçlarını aksatmazdı. İftarda hep birlikte olmak isterdi, sofrasını paylaşmaktan inanılmaz derecede mutluluk duyardı. Bahçesinin kapısı hep açık olurdu, mahalleli istediği zaman gelir bahçedeki limon ağacından limon koparabilir, maydanoz toplayabilir, hurma alabilir, incirleri sepetlerine doldurabilir, yenidünya ( malta eriği) yiyebilirlerdi.

 

Osman dedenin çocuğu olmamıştı, bizi çocukları belledi biz de onu dede bildik. Çocuğu olmadığını hiç hissettirmedik. Hastaneye yetiştirdiğimizde ve başında beklediğimizde gözlerinden dökülen yaşlarla kurduğu cümleleri hissederdik. Ölmeden önce evini ve babadan payına düşen tarlaları benim üstüme yapmak istemişti ama kabul etmemiştim. Osman dede kardeşlerinden de hayır görmemişti. Çocuğunun olmayışı her fırsatta yüzüne vurulmuş, miras paylaşımında bu kadar toprağı ne yapacaksın denmişti yüzüne. İnsanlar sadece yaptıklarıyla değil kurduğu cümlelerle de acımasızlığını gözler önüne sermekte pek mahirdiler.

 

Neşeli sohbeti, sürekli gülümsemesi, kötülük bilmemesi, yardımseverliği.. Dünya üzerinde bir iz bırakmak yetti.

 

—Ben delikanlı oğlanım, sadece dizlerim biraz ağrıyor.

— Kendine nazar değdireceksin dede, dışarıda oturup üşüme.

 

Bu kısa sohbetten iki hafta sonra yüksek nabızla hastaneye zor yetişmişti. Her zamanki gibi hastaneden güle oynaya çıkıp geliriz diye düşünüyorduk. Yatış vermişti doktor, kalbi yorulmuştu. Sürekli gülen insanın kalbi yorulur mu hiç Osman dede? Yoğun bakımda 10 gün kaldıktan sonra o acı telefon akşam 20.00 gibi babamdan gelmişti. Deden ölmüş, direkt hastaneye geç deyince hemen fırlamıştım. Nereye uğramam gerektiğini bilmeden herkesten önce yoğun bakım ünitesinin önüne gelmiştim. Kimse yoktu, Girilmez yazan kapının yanındaki tuşa bastım, görevli geldi.

 

— Babamı arayıp, Osman K. nin öldüğünü bildirmişsiniz.

— Kim aradı? Osman amcayla sohbet ediyoruz şu an biz.

—Nasıl yani? Ölmedi mi?

 

(Görevli hemen içeri girdi ve görevli olan genç bir doktor geldi.)

 

—Çok özür dileriz. Yanlışlık olmuş. Siz torunu musunuz? Hep sizden bahsediyor.

 

Şaka yapıldığını düşündüm ama şaka değildi, yanlışlıkla dedem öldü diye babamı aramışlardı. Defalarca özür dilediler. Babamlar hastaneye geldiğinde durumu anlattım ama onlar da bana inanmadılar. Evet, Osman dede yaşıyordu ve hastanedeki doktorları da hoş sohbetine alıştırmıştı.

 

Gülerek, şaşırarak, boynumuzu sağa sola çevirerek ayrıldık hastaneden. Bir hafta geçmişti. Cuma sabahı babamın telefonu çalmıştı, yattığım yerden perdeyi araladığımda havanın karanlık olduğunu fark ettim. İçime bir acı yerleşti, bu sefer kötü haber gerçekti. Babamın kalpten mi diye sorduğunu duydum. Evet, Osman dedenin ölüm haberi ikinci kez gelmişti.

 

Hastaneye gittik, ölüm belgesini aldık ve morga indik. Morg yetkilisi yakınlık derecemi sordu ve durumu izah edince Osman dedenin bulunduğu kısmın kapısını açmaya doğru birlikte gittik. Osman dedeyi beyaz bir beze sarmışlardı.

 

— Görebilir miyim acaba?

— Neden?

— Geçen haftada öldüğü bildirilmişti, geldiğimizde yanlışlık olmuş demişlerdi.

— Olur mu öyle şey?

— Oldu. Emin olalım biz.

 

Yine bir yanlışlık olmasını çok istemiştim ama yanlışlık yoktu bu sefer. Osman dede bembeyaz sakalıyla, gülen yüzüyle hareketsiz duruyordu.

 

Cenazesine gelenlerden tekrar tekrar dinledik Osman dedeyi. Karısı Elif nine bize emanet, Halil ne derse onu yap diye tembihlemiş ölmeden önce. Tesbihini kardeşime bırakmış. Annem her gün yemeğini götürür Elif ninenin, ben de haftada bir kere gidip duvardaki takvim yapraklarını koparıyorum, Elif ninenin ilaç poşetindeki prospektüsleri okuyorum. Lütfen sessiz olun, “puros” okuyorum.