Güneş perde aralığından vücudunu kesiyordu. Saat en tiz sesiyle uyandırmaya çalışsa da vücudu uyanmamak için direniyordu. Hissedebiliyordu. Hissetmesi gerekiyordu. Odasına vuran güneşi boş ver; sabahı, kuşları... Saatin sesi duyulabiliyormuş erken sularda. Kuşlar varmış mahallesinde, penceresinde. Güneş varmış boğuk, sisli kasabasında. Kim bilir ne zaman suladığı çiçekler solmuş, çürümüş odasında. Yazık oldu hayatı, sarhoşluğu. Kim bilir kimleri öldürdü? “Hey! Ben yaşıyorum. Hey! Ben hâlâ buradayım.” Sarhoşluk unutturmadı. Ne söylese boş. Samimiyetten uzak iyi dilekler ve korku sarıyordu etrafını. Keşke hissetmeseydi. Hiç hissedilmeseydi. Kimse tarafından fark edilmeseydi, keşke... Tek bildiği, gitme vaktiydi. Yine gidiyordu ve yine kimsenin haberi olmadan.