“Dünyadaki gördüğüm en güzel şey olabilirsin. Seni çok seviyorum.”

“Deli misin oğlum sen? Kendi kendine ne konuşuyorsun?”

“Karpuzla konuşuyorum, anne.”


Evet, ben karpuzla konuşuyordum. Annem konuşmama engel oldu. Karpuzla beraber mutfaktaydık. Annem ise salondan sesimi duymuş. Sonrasında daha kısık sesle karpuza bildiğim tüm sevgi sözcüklerini söyledim. Gönlünü almadan kesmek de istemiyordum. Ayrıca kendisi yaralı bir karpuzdu. Bu yüzden onun daha fazla canını yakmak istemiyordum.

Yaklaşık olarak yarım saat önce manav sahibine “Kolay gelsin.” derken karpuzların arasında ellerimi gezdirmeye başlamıştım. Birkaç tane karpuza dokunduktan sonra, “Abi, nasıl çıkıyor?” dedim. Tabii kötü demeyecekti. Gözüme güzel görünen de pek yoktu. Çevremdeki insanlara benzetmiştim karpuzları. İçlerinden sadece birkaç tanesi iyiydi. Diğerlerinin suratını görmek bile istemiyordum ama o an görmek zorunda kalıyordum. Mitinglerde izleyicilerle göz bağı kurmaya çalışırken bir yandan da sufle metnini kaçırmama çabasıyla izleyiciden gözlerini kaçıran siyasetçiler gibiydim. Yine de, konserde şarkının sözlerini hatırlamak ve daha içten olmaya çalışmak için gözlerini kapatan sanatçı gibi davrandım. Elime gelen ilk karpuzu çok beğenmiştim. Galiba o kalabalığın içerisinde kendimi bulmuştum.

Elimdeki karpuzu incelemeye başladım. Öncelikle karpuzun sapına baktım. Kurumuştu. Karpuz sapının kuruması karpuzun daha çok yetiştiğini ifade eder. Bu karpuzun "ben" olma ihtimali artıyordu. Çünkü ben de yetişkin bir birey olduğumu ancak yirmi yaşımdan sonra daha çok fark etmeye başladım. Yaşayacak birçok şeyim varken ölümün her an gelebileceğini yirmi yaşımda, en yakın arkadaşımı kaybettiğimde anlamıştım. Yakınından birilerinin gelmemek üzere gittiğini fark ettiğimde büyüdüğümü anladım. Yirmi yaşımda yıllar önce kaybettiğim dedemin de gelmeyeceğini öğrenmiştim. Büyümüştüm.

Karpuzun her zaman kötü bir şey gibi ve hatta yarası gibi görünen beyazımsı kısmına baktım. Aslında o beyazımsı bölge, karpuzun yetişirken toprağa değen kısmıdır. Bu kısmın beyaz olması tam yetişmediğini ifade eder. Kahverengiye yakın bir renkteyse eğer tamamen yetişmiş bir karpuzdur. Yaraya benzeyen kısmın kahverengine yakın olmasından dolayı kendime daha çok benzetmiştim karpuzu. Hiçbir zaman unutamayacağımı düşündüğüm şeyler yaşamıştım. Unutamadığım her an acı çekiyordum. Bahsettiğim yirmili yaşlarımdan sonra unutmam zannettiğim her şeyi unutmaya başlamıştım. Misal; mezarlıkları bayramdan bayrama ziyaret etmeye başladım. Unutmuştum ama izi kalmıştı. İzi hep kalacaktı ama önemli olan unutabilmekti. İyi hissedebilmek ve iyi bir karpuz olabilmek için unutmam gerekiyordu. Unutarak kahverengine yaklaştım ben de. Kurumuş yaralar acı vermiyordu.


Kafamın içi dolduğunda, zihnimde dönüp duran acılara dayanamayarak kafama vuruşum gibi karpuza da tıklattım. Kafamın dolduğunu hissettiğim gibi karpuzun da içinin dolu olduğunu hissettim. “Tamamdır.” diyerek tartıya götürdüm. Bu arada en az iki poşete konulmasını da abiden rica ettim. İki poşeti duyduğunda suratı düşse de el mahkûm, müşteri memnuniyeti, diye düşündüğünden olacak ki bir şey demedi. Sadece ikinci poşeti çıkarırken burnundan soluması içinden içinden küfür ettiği izlenimi verdi. Soğan kokmasa iyiydi. Karpuzun, 7 veya 8 kilo olacağını düşünürken 10,5 kilo gelmesi beni şaşırtmadı. Çünkü karpuzun bir diğer özelliği de budur. Karpuz iyiyse göründüğünden daha ağır gelmelidir.

“O” harfi gibi ve “0” rakamı gibi iki çeşit şekli bulunur karpuzların. Rakama benzeyenler daha sulu olurlar. Diğeri ise daha tatlı olandır. Benim seçtiğim karpuz da rakama benziyordu. Erkek karpuz da denirmiş. Ben cinsiyet ayrımı yapmadan harf ve rakam benzetmesinden yanayım.

Son olarak garantiye almak için “Abi, kelek çıkmaz değil mi?” diye sordum. Abi, bir an kendisini pazarda gibi hissettiğinden olsa gerek, “Kesmece bunlar!” diye bağırdı. Aslında pazarda olmak değil de hâlâ ikinci poşeti vermesinin siniri olmalıydı bu bağırış. O sırada rızasını almadan bıçağı sapladı, karpuza. Bıçağın saplanmasıyla sırtımın alt kısmında bir acı hissettim. Gerçekten kendimi bulduğumu hissetmiştim. Dışının yeşil ve beyaz çizgilerinin altında kan kırmızısı bir şey vardı. Tadına bakmaya gerek yoktu. Kokusu çoğu parfümden güzeldi. Kesilen dilimi yerine takar gibi yaptıktan sonra “Kolay gelsin.” diyerek manavdan çıktım. Karpuzumla birlikte evin yolunu tutmuştuk. Sanki birisi sırtımıza bıçak saplamıştı da bıçağı çekmeyi unutmuştu gibi bir acı sırtımızda sızlamaya devam ediyordu. Eh, karpuzun sırtına bıçak gerçekten de vurulmuştu.

Karpuzun poşeti iki tane olmasına rağmen her defasında yeni doğmuş bebek gibi kucağıma alarak yürüyordum. Kulağına da onu övecek şeyler söylüyordum. Bu şekilde eve geldiğimde bir an önce onu kesmem ve soğuması için dolaba koymam gerekiyordu. Bu yüzden gönlünü almak istiyor ve biraz olsun acısını unutsun istiyordum. Hiç beklemediği anda ölüm gelmişti. Kendi idamını vermiş padişah gibi hissediyordum. Tacımı da karpuz kabuklarından yapabilirdim.

Sıcak yaz günlerinin rüzgârından daha çok serinlik veren karpuz, yüksek sıvı oranıyla da ferahlık verir. Yaz gününün sıcağında insanların muhabbetlerinden, eleştirilerinden sıkılarak ferahlığa kavuşmak için kendimi çoğu kelek olan karpuzların arasından seçtim. Bana iyi gelecek benden başkası da olamazdı. Birçok vitamini içinde barındıran karpuz, sıcağın aldığı enerjimi de tekrar kazanmama yardımcı olacaktı.

Ayrıca karpuz yemek için bir vakit de yoktur. Her öğün, her yemekle veya yalnız şekilde yenilebilir. Karnı doyurması niyetiyle yenilen karpuzun özellikle “Peynir, ekmek ve karpuz.” üçlemesi de en meşhur olanıdır. Karpuz, bunun dışında her türlü yemeğin yanına yakışacak güzellikte ve tattadır. Bol sıvı miktarı sayesinde yemeğin yanında su içmeyi bile azaltır. Karpuzun yanına konulanlar belki karpuza ayak uydurmayabilir. Misal, reçelin yanında karpuz olmaz. Karpuz, kavunun yanında bile güzeldir. Her gittiği yere uyum sağlayabilir. Ben de karpuz gibi oldum. Yanımda olmak isteyenlerle değil de yanında olmak istediklerimle daha iyi ve daha mutlu oldum. 


En sevilen misafirle biraz daha vakit geçirmek için “Daha karpuz kesecektik.” diyerek gitmelerine izin verilmez. Bu cümleyi karpuzun olmadığı kış aylarında bile kurarlar. Karpuz en sevilen misafire son ikramdır. Misafirin son olarak misafirlikten memnun kalması için ağzında bırakılan son güzel tattır. Ben de en sevdiğim misafirlerimin son vedalaştığı kişi olmak için her zaman koridorun sonunda bekledim.

Ben de bahsettiğim karpuzun ta kendisiyim. Olduğum yerden olmak istediğim yere geldim. Bundan sonra her parçam bir yerde olacak ama eskisinden daha çok faydalı olabileceğim. Yaramın acısını unuttum. Şimdi parçalanma vakti.

Tüm bunları anlatırken karpuzu kesmeyi unutmuşum. “Son kez, seni çok seviyorum, canım karpuz.”

Aa! Nereye sevgili okuyucular durun bakalım, hemen nereye gidiyorsunuz? Daha karpuz kesecektik.