Uyandı. Bağırdı ve duvara yumruk attı. Rüyasını kayıt alan teybin tuşuna bastı. Sonra onu bir tüpün içerisine dikkatlice yerleştirdi. Tüpler raflar üzerinde diziliydiler. Bu tüpler boştu. Başka ne vardı raflarda? Maymun postu, John Carter'ın endeksli yaşam bağlamında insan kıkırığının eğretilenmesi figürü, doksanlarda ölmüş kadının birkaç tutam saçı, bu saçlar uzun ince bir kap içerisine dikkatlice yerleştirilecek sabitlenmiş halde ve birkaç kitap. Kitap değil esasında bunlar, bilgi sözcükleri. Evet, kapakları açınca yazarı sizinle konuşmaya başlıyor. Bu kitaplara T-book deniliyor. Yalnızlığa karşı cismani faturalara indirilen en etkin fikirler arasında. İnsan, tüm yönleriyle kayıt altına alınmak zorunda. Bu T-booklarda her gün farklı hikayeler ve önermeler anlatılıyor. Yazar, kapağını her açtığınızda size başka bir öyküyü anlatıyor. Oldukça yerinde bir icat. Birçok paket haline getirilmiş kağıtlara evinizde yer vermek zorunda kalmıyorsunuz. Bu dış uyarıcılara içkin bir öğretinin en saf hali. 


Rüya tüpleri, en yeni fikrin araştırmacılarına postalanıyorlar. Rüya topları içerisine kaydedilen örüntüler, Düşbilimsel Akademi'nin komplekslerinde tüm parçalarına ayrılarak inceleniyor. Orada gözlemlenen her değerin, her ifade ve görüntünün, farklı olanakların tümüne varılmak için kullanılıyor. Araştırmacılar, rüya esnasında beyinde vuku bulan enerjisinin oldukça güçlü bir enerji olduğunu saptadılar. Bundan ki araştırmacı komitesi kuruldu ve bu uğurdaki çalışmalara hız kazandırıldı. Bu keşif aslında rastlantı sonucu belirdi. Yeni bir şey bulacağına inanan Kevin O'hutson, D...'ın puslu dağlarında keçilerle birlikte vakit geçiriyor, onları tırmandıkları doruklara değin izliyor, seyrediyor ve notlar tutuyordu. Kevin'ın oldukça yüklü sırt çantası, kamp eşyaları ve diğer işine yarayacak akamedik eşyaları vardı. Güneş ışınları vasıtasıyla şarj ettiği telefonuna notlarını yazardı. Bu keçilerin arasında tam altı yıl geçirmişti, araştırmasını o kadar ileriye taşımıştı ki çok sevinçliydi. Bir şeyleri bulduğuna inanıyordu. Fakat bir sabah, elindeki kaynağı, yani kayıt cihazı olan telefonunu yitirmişti. Uyandığında bir dağ panterinin tekelerden birisi peşinde koştuğunu görmüştü. Derhal kamerasını açarak yakınlaştırdı ve vuku bulan olayı saniye saniye görüntülemeye kalktı. Dağ keçişi; sert ve sivri kayaların üzerinde oldukça mistik, yine de oldukça heyecan uyandıran adımlar ve zıplayışlarla geçip gidiyordu. Panter ise arkasında kuyruğunu kullanıyor, sert yerlerde ani dönüşler yapıyor ve uzaklara sıçrayabiliyordu. Tüm bu görüntüleri kaydetmeye çalışan Kevin, adımlarına dikkat etmedi. Kendisinin de bir dağın doruklarına yakın olduğunu heyecanından unutuvermişti ve böylece ayağını bastığı yerde tökezledi. Bir iki yalpalama adımından sonra yere düştü. Düştü gibi de telefonu kayalara çarparak parçalara ayrıldı. Kevin'ın ulaşamayacağı yere kadar dağıldı. Üzüntüsünden orada birkaç gün yatakaldı. Gece oldu aldırış etmedi, gün aldı, tenini yaktı, oralı olmadı. Ara sıra "Neden? Neden şu bedbaht karmaşa?" diye bağırdı, inildedi. Yitirdiği şeyin geri gelmeyeceğini düşündükçe kendisini kayaların üzerinde yuvarlayası geliyordu. Bin parçaya bölünse bile nafileydi. Hoş, bin parçaya bölünseydi belki de doğanın içerinde bambaşka biçimlerle yeni canlılara dönüşebilecek kaynağı sağlamış olabilirdi. Fakat bu, Kevin için bile son tahlilde itici bir yaşama ihtiyacıydı. İnsan bu ihtiyacından bin parçaya bölünse bile kurtulamazdı. Bundan ki Kevin, ağır aksak yattığı yerden kalktı ve kamp eşyalarının oraya gitti. Akşama doğru ateş yaktı. Acıkmıştı, yemek yedi. Sonra bir akbaba yanına kondu. Onu seyretti. Akbabanın başındaki tüyler yolunmuştu. Kevin başına ne gelmiş olabilir diye tahminler yürüttü. Nihayetinde akbabaydı ve öbürleriyle leş kavgasına tutuşmuşken bazıları başını kakmışlardı. Akbabaların başlarını kakmaları oldukça doğaldı. Doğal olmayan leşin paylaşılma adabıydı. Şayet akbabalar isimleri gibi olsalardı ve bununla birlikte Atina'nın dar sokaklarında yaşamaya çalışmış olsalardı Demonlardan hallice sistem kurabilirlerdi. Böyleyce bir yerde leş varsa oraya tüm bölgedeki tüm akbabalar toplanmadıkça hiçbir akbaba yemeye kalkışmazdı. Herkes geldiğinde ise son leşin paylaşımına binayen dağıtımlarda bulunurdular. En son hangisi nereyi yemişse ona diğer kısımlardan pay edilebilirdi. Fakat, Kevin'ın aklına getirmediği bir şey vardı. Leşi sadece akbabalar yemeyecekti. Kargalar, çakallar, tilkiler, kurtçuk ve sinekler de vardı. Buna göre leşin dağıtımı üzerine Kevin'ın biraz daha düşünmesi gerekecekti. Akbaba, gözlerini Kevin'a dikmiş bakıyordu. Arada yamru yumru gagasını açıyor, bir kanadıyla da başını kaşıyor fakat hiçbir şey söylemiyordu. Kevin, bir yandan akbabanın kendisiyle konuşsa nasıl olur diye düşünüyordu. Şu çorak ve dağlık arazide insansızlığın dibini sıyırmıştı sonuçta. Dili, oldukça küçük kavramlara inmek zorunda kalmıştı. Akbabanın dilinden bundan ki anlayabilirdi. İnsanlar, şehirleşme sayesinde oldukça karmaşık dil yapıları ve kurumlar ortaya çıkardıkları açıktı. Kevin, ilk yılında dilindeki bazı ağırlıklardan kurtulması gerektiğini anlamıştı. Karmaşık sözcük bağlamaları burada pek işe yaramıyordu. Örneğin ilk kurtulduğu sözcük olarak şunu ifade ederdi, stiletto! Bundan kurtulmak için şöyle bir çalışması olmuştu: Çok uzaktaki yosun tutmuş oval biçimli bir kaya parçasına küçük taşlardan doksan iki adet fırlatmıştı. Hedefi yetmiş iki kez vurmuştu bununla birlikte "Stiletto! Stiletto!" diye bağırmıştı. İşte bu sözcük, bu yapışla anlamını yitirmişti ve anlamı yittiğinde ise Kevin için varlığını sindirmişti. Bundan ki Kevin'a "Stiletto?" diye birisi seslense Kevin ona şaşkın şaşkın bakar, neyi işaret ettiğini anlamaya çabalardı. Ona tarif edilse bu kel-imeyi Kevin kavrayamazdı. 


Fakat akbaba henüz başında duruyorken bunca fikir cümbüşü esnasında irice şiirlemeler çıkartılmasa da olmazdı. Bundan ki Kevin, matematik formüllerini bir taşa kazıdı. Taşa bakarak etkin bir şiirin nasıl olabileceğine dair ölçeklendirmelerde bulundu. Buna göre, dört kafiyenin ardından iki redif sıkıştırılması lazım gelirdi. Akbaba da bunu tasdik etti. Hatta gün batarken sırtındaki tüylerden birisini çıkartıp taşın üstüne diktiği anlatılagelir. Bundan sonra Kevin için işler yolunda gitmeye başladı. Diyelim ki taş, baş, kaş ve yaş. İşte dörtlü kafiyeye varılmıştı. Şimdi ise iki redif serpilmeliydi. Ayak ve dahası bacak. İşte bunlar da tamamdı. Artık durmak olmazdı. Kevin, bulunduğu mekanı yaşam standartlarının üzerine çıkartmaya gayret ediyordu. Şayet taşlar olmasaydı, insanlar aklına gelmeyecek ve yıllardır peşinden sürüklendiği dağ keçilerin fırsat döngülerine dahil olma planını yürürlüğe koyacaktı. Bu fırsat döngülerinde tek sorunu bürokrasinin perdesizliği üzerine derlemelerde görüyordu. Çünkü ona göre, düşmanlar oldukça belirginken dağ keçilerinin uygun yöntemlerle hayatlarını organize etmemeleri oldukça zırvaydı. Bakıldığında akbaba da Kevin'ın bu tümcelerini onaylamaktaydı. Öyleyse Kevin gibi biçimlenmiş bir zekanın bu konu üzerine sistem çıkartmaması beklenemezdi. Derhal yuvarlak bir kayanın üzerine oturdu. "İlkin yaşam alanı değişmelidir." maddesini en üste dikiverdi. Bu ki, diğer gelen maddelerin öncüsü olacaktı. Dağ keçileri, oldukça hareketli bir aksam üzerinde toynak oynatmaktaydılar. Bunun giderilmesi lazımdı. Kemik ve tırnak kırıklıkları, keçilerin adım kabiliyetlerini geriye çekiyordu. İyi bir keçi daima tok tok sesler çıkartan adımlar çıkartmalıydı. Sonra boynuz bakımları kesinlikle şarttı. Boynuzlar ne ileriye doğru çıkıntılı kıvrılacaklar, ne de gerisin geriye boyna batarcasına sivri olacaklardı. Düpdüzgün ve yana açılmış olacaklardı. Ayrıca bir de manga kurulması şarttı. Bu manga ki dağ leoparları ve aslanları, parslarına karşı etkin kuvveti oluşturacaktı. Kesinlikle sarp yamaçlar tüm keçilere yasaklanacaktı. Hele ki genç oğlakların otlaklar dışına çıkması tamamıyla engellenecekti. Yaşlı tekeler, sürünün ortasında hareket edeceklerdi. Onların ki gözleri artık eskisi kadar göremezdi. Genç gözler etrafa oval biçimde dağıtılacaktı ki her yerden gelen tehlike tam ifadesi ile fark edilebilsindi. Fakat akbaba bu yordamaların birkaç yerinde eksiklik bulmuştu. Havadan gelenlere karşı önlemler görülmüyordu. Kevin, kurumladığı keçisel yaşamın toplum aksiyomlarındaki bu eksikliği fark ettiğinde kayaçlar üzerinde yuvarlanmaya başladı. Hiçbir şeyin tam olmadığı bir hayat tasavvuru onu yine çılgına çevirmişti. Kevin'ın çılgınlığı üzerine sonraları çok metinler yazıldı, şiirler okundu. İlkeleri ve belirlediği kaideler uzun uzadıya Üniversite koridorlarında tartışıldı. En çok kantin mekanında Kevin için söylenen sözler dikkat çekiyordu. Bu sözlerden birkaçı diğerlerine kıyasla daha öne çıkık duruyorlardı. Söz gelişi bunlardan ilki, Kevin'ın toprak canlısı olduğuna yönelikti. Bu önermenin ana güdümü, Kevin'ın havadaki olayları tahmin edebilmekte çekeceği güçlüklerin normalliğini vurguluyordu. Bundan ki aslında Kevin, tümüyle doğru aksiyomları kullanıyordu. Fakat keçilerin fırsat döngüsü üzerine çizdiği topografyada bazı ayrıntılar elbette Sanskritçe görülüyordu. Buna keçilere yönelik hassasiyeti membran gibi bölüştürüyor denebilirdi. Diğer ana çıkık görüş ise şuydu, keçilerin reddi. Bakıldığında Kevin, keçiler aleminin bir üyesi değildi. Uzun seneler peşinden koşturduğu keçiler aslında onu kendi aralarına dahil etmemişlerdi. Kevin, diskrogafik araştırmalarını elinden düşürüp yitirmeseydi belki daha fazla ayrıntıyı gözler önüne serebilecekti ancak orada parçalananlar her ne idilerse Kevin'ın sonraki kuramına kaynaklık ettikleri açıktı. Fakat buna mukabil Kevin, akbabadan aldığı yardımlar neticesinde yeni bir üst yapı inşa etmişti. Buysa bu güruhun ateşli savunucularından olan değerli şair, söz sanatçısı ve komedi yazarı Erken Delik'in dışavuruşsal iç hasletlerin promikritif semiyosferler bağlamındaki prangasal uzantıları açıklığı ile şöyle anlatılıyordu: "Kevin iyi de akbaba gök hayvanı. Keçilere referans veremez! Dolasıyla çarpıktır." 


Bu iki ana grup arasında yer yer tartışmalar sertleşiyordu. Daha sonraları Erken Delik üzerine saldıran bazı fanatikler onu bir taksinin altında ezilmeye itti. Çıkan arbedede lafından dönmeyen Erken Delik, yaşamını yitirdi. 


Bu olayların sayısı günden güne artmıştı. İnsanlar deyim yerindeyse ortalarından ikiye yarılmışlardı. İkiye yarılanlar biraz daha bölündüler. Biraz daha derken şu sıra yüksek kurultay altında toplantılar yapamaz hale geldiler. Fakat tüm bunlar Kevin'ın araştırmalarının birer sonuçları değildi. Çünkü Kevin hiçbir zaman aklında böylesi bir kargaşayı geçirebilecek kavramsal kategorik araçlara sahip değildi. Onun gördüğü, düzdüğü ve sömürdüğü şey tabiatın kendisiydi. Tabiatta olap olabilecekleri tahayyül ediyor ve bunların kendi içlerindeki çekilişkilerini bulmaya gayret ediyordu. Bundan ki, yuvarlandıktan sonra ne yaptığına pekiştirici amblemlerle bakmakta fayda vardır. 


Kevin, akbaba biçimciliğinin dekonstrüksüyonu tarafınca hırpalanan yabani gibi taşların üzerinde derin dehşet duygular ile sekti. Bir noktada durunca her tarafından sızan kan ve et parçaları varlığını rahatsız etmişti. Derin derin soluklar çekti. Gerisin geriye, bıraktığı eşyalarının oraya gidebilmek o sıra bir hayli güçtü. Bundan ki oturdu. Akbaba da uçarak yanına gelmişti. Kevin ile aralarında dikkate değer ölçüde güçlenmiş bir bağ bulunuyordu. Bu bağı yitirmek istememişti. Bundan ki Kevin, parçalanmış bacaklarından koparttığı bir parça eti akbabanın gagasına doğru fırlattı. Akbaba et parçasını hava kaptı. Gagasını tok tok ses çıkartacak biçimde açıp kapadı. Bu haliyle Kevin'a memnuniyetini belli ediyordu. Havadan gelen hücumları karşı dağ keçilerinin zayıflığı Kevin'ı bir hayli üzmüştü elbette. Bundanki üzüntüsünün performatifliğin hasılat olarak sunduğu anlaşılmazlığı ile etinin parçalanışını hoş gördü. Ne de olsa dünya dik olamayacak kadar düzdü. İşte bu çıkarım, nihayetinde değişenlerin değişim adetlerince ve nitelikleri ile yerine geri konuluşu oldukça Kevin'ı gülümsetti. Ne olursa olsun Kevin, araştırmalarına akbabanın yiyici nezaretinde devam edecekti. 


İşte Kevincılık böyle doğdu. Kevincılık D...'nın parıldayan sokaklarında uzun uzadıya tartışılırken ciddi ölçülerde bilgi analizi yapan kuruluşlar bu teknikleri hanelerine yazdırmayı bildi. Buradan Kevinsal Hareketler denilen kuramlar inşa ettiler ve o kuramlar bugünkü Rüya teyplerinin ve T-Bookların icat edilmelerine vesile oldu. Fakat en geniş alana yayılan icat B-shock Fire adını almış varoluşu tümüyle değiştirme silahıydı. Bu silah, rüyalarda üretilen enerjiler ile kullanabiliniyordu. Bu enerjiler, bu silahın bir nevi şarjörüydü. B-shock Fire kullanıcıları, her gece rüya görebilmek ve bunu kayıt altına alabilmek için bir hayli çaba sarfediyorlardı. Rüyalarında akıl almaz varlıklar görebilmek için T-Booklarda akıl almaz olayların anlatılarını saatlerce dinlemek için uğraşıyorlardı. Beğenmedikleri bir yazar varsa onu, T-Book mezarlığına gömüyorlardı. T-Book mezarlığında en çok gerçekçiliği ile nam salmış yazarlar yer alıyordu. Bunlar orada kendilerine bir ortam kurmuşlardı. Aralarında en çok metin kuramcıları söz alıyor, türlü dinamikleri belirlemeye uğraşıyorlardı. İçlerinden birisinin işi yamuk mezar taşlarını simetriye uygun olarak dikleştirmeye kafayı takmıştı. T-Book mezarlığına gitmek istemeyen diğerleri ise tekinsizliğin her türlüsünü, zihin altına aktarmanın en muğlak ve sansasyon yaratıcı hallerini bulabilmek için çaba gösteriyorlardı. Kullanıcıların en çok tercih ettiği anlatı öbeklerindan bazıları şunlardı: evrenin kötü bir kumarbaz oluşuna dair satirlemeler, gezegenler arasılığını yaşayan üçgensi babunların kökbuluşları, an anemik furyasının kapalı beta ilişkilerindeki sarmalları... Bu son konuda en çok sevilen anlatıcı Bryantin Gate idi. T-Book vasıtasıyla beyin bir bölümü aşırı yüklenme ile manipüle etmesini eleştirenler, bazenleri yakalanırlarsa kayışlanırlardı fakat bunlar konudışıdır. 


B-shock Fire silahı, varoluşu değiştirmesinin temelinde her gün "farklı bir şey olma duygusu" yatmaktaydı. Bu ki çevreyi kozmoza uydurmanın anlamını taşıyordu. Kozmoz, öyle yerdi ki neyin nerede ne yapabileceği tümüyle belirsizdi. Gökyüzüne bakıldığında renkli dumansıların etrafa dağınıklığı görülüyordu. Bu renkli dumansılıklar evrenin en büyük ve güç sırrını oluşturmuşlardı.