İradesizlik başta olmak üzere şikâyetimi savurduğum tonla insan olamayış birikmişti içimde ve Ankara'ya ne zaman gelecek olsam ilk onlar haberdar olurdu bundan. Ne güzel unutmuştum oysa! Hoş, hata bende, şehir değiştirince hafıza sıfırlanmıyor ya? Bütün rezillikler benim onları sahiplenmemiş olmamı fırsat bilip kalbimden başkente yol dizmişler meğerse. Öyle güzel bir yol ki kenarları çiçekler ve medeniyet göstergesi ağaçlarla bezenmiş, yol üstünde de çiçekçi hanımlar durduruyor sırf sevabına bir gül uzatmak için; hiç çaktırmıyor yani cehennemden beter bir güzergâha gittiğini. Tam benim gibi manzara düşkünü insanları eski ve unutulası hatıralara götürmek için yapılmış, belediyede böyle hizmet görülmemiş daha! Çocukluğumda yaşadığım mahalleden geçerken aklımda kalan Ankara'yı kaybetmeyeyim diye avucumun içine sığdırmıştım, onu da muhafaza etmeyi beceremedim. Ayaklarıma dolanan sarman kediyi kucağıma alayım derken oralarda bir taşın üzerine bırakmış olmalıyım. Neyse böylesi daha iyi oldu, ben nasılsa unuturdum, taşlar benden daha güzel sahip çıkar anılara. Çok sonra öğrendim, o sarman meğer benim eski apartman ağzı kedimin çocuklarından biriymiş. Aşağı mahallenin kasabından ciğer dilenirken arabanın biri çarpıp gitmiş, görgü tanıkları öyle diyor. Çocukları da öksüz kalınca dağılmışlar dört bir yana, tam bir köyden kente göç hikâyesi! Hatırlıyorum o zamanlar kedilere bile özenen naif bir ruhum vardı, sevenim sevsin sevmeyenim uzak dursun isterdim. Yaşıma veriyorum artık.
Ama pek de bir şey değişmemiş, hâlâ büyük hayallerin dibini biraz kazınca küçük çocuklar çıkıyor altından. Ankara işte tam olarak böyle bir yerdi, ne zaman canım sıkılsa büyüyünce ya bir Atatürk olmak isterdim ya da Allah. İkisi de olamadım gerçi, ama şimdi anlıyorum neden camiye Anıtkabir'den daha az gittiğimi. Tanıdık sima da kalmamış zaten çevrede, başkentin ekosistemi duruyor fakat Ankara buralardan gideli çok olmuş. Belki de biz taşındıktan kısa bir süre sonra neyi var neyi yoksa -bir ceketi olsa gerek, annem dizlerime yapamadığı yamalardan dikmişti ona- alıp terk etmişti buraları. Her yerel seçimde geri gelir ama, ben bilirim dayanamaz o habersiz kalmaya. Bu yüzden tesadüf ettik belki de, aynı sebepten gelmiş bulunduk ikimiz de. Yüzü eski rengini kaybetmişti, zayıflamıştı biraz da, gümüş bir saati vardı babamın yüzüncü yaş gününde hediye ettiği, onu takıp da gelmişti fakat dokuzu beş geçede durduğundan haberi yoktu galiba, uzamış saçları ya jöleliydi ya da duştan yeni çıkmıştı. Sanki bedeni buradaydı da aklı başka yerde gibiydi, elimi uzattım tokalaşmak için, tanımazdan geldi. Olur öyle, insanlık hâli. Onu görenler kendi aralarında konuşuyorlardı, burada olacağını düşünmemişlerdi herhalde. Ya da ne yüzle geldiğini sorguluyor olmalılardı. Tuttum kolundan çıkardım dışarı, o gelemez böyle stresli ortamlara. Panik atağı tutar, olduğu yerde sarsılır ama yıkılmaz. Kedilerden daha iyi bilirim ciğerini, bu gece onu uyku da tutmaz kesin.
Bakkalın çırağına bir soğuk su ısmarlattım, eline yüzüne çarptı da anca kendine geldi. Baktım hâlâ tanımıyor beni, hiç ses etmedim. Hava alacağını söyledi, ayağa kalktı, ben de girdim koluna, Tunalı'ya kadar yürüdük birlikte. Sonra oturduk bir yerde kahve içtik, öncekinden kalma yirmi üç yıllık hatırı kırka bağladık tekrar. Biraz muhabbet ettik, küçüklüğümü ve sarmanın annesini anlattım, anımsar gibi oldu. Çoluk çocuk var mı diye sordum, evlenmemiş ama çok aşık olmuş birine. Buralardan gittikten sonra yanına varmış fakat sevdiceği reddetmiş onu, "İki yakam bir araya gelmezken sana yâr olamam!" demiş. O da seviyormuş da söylememiş, öyle diyor. Eski cumhurbaşkanlığı köşkünün manzarasında bir sigara yaktı, çok kalabalıktı bugün. Dört bir köşesinden miting sesleri yükseliyordu, insanlar ellerinde bayrakla oradan oraya koşuyor, birçoğu onun adını bağırıyordu. Benim yanımda olacağını düşünememişlerdi demek. Ses etmedik, o bir sigara daha yaktı, ben ezberimden birkaç şiir okudum. Buralara nasıl geldiğimden bahsettim, "Kalbimden sana uzanan bir yol yapmışlar." dedim. Şaşırdı, "Belediyenin böyle hizmetleri de mi varmış?" dedi. "Belediye değil," dedim, "beni sana getirecek diye." Güldük, -o biraz ağlamış olabilir. Gün bitmek üzereydi, dayanamadı sordu bana.
- Kim kazandı?
- Ankara!