1949 yılında Tel Aviv’de doğdu. Kudüs’te büyüdü ve eğitim aldı. Sonrasında ABD’ye gitti, liseyi orada bitirdi, bir süre orada kaldıktan sonra tekrar İsrail’e döndü ve İsrail güvenlik kuvvetlerine yazıldı. Savaş eğitimi aldı, takım lideri oldu. Bir çok operasyonda görev aldı. Askeri hizmetlerinden sonra ABD’ye geri döndü ve orada lisans eğitimini aldı. O dönemde adını Benjamin Ben Nitai olarak değiştirdi bu değişimden dolayı çevresinden tepki aldı. 6 gün savaşlarında yer aldı ve bir operasyonda omzunu yaraladı.
1976 yılında rehine kurtarma operasyonunda kardeşini kaybetti.1978-80 yılları arasında Jonathan Netenyahu anti-terörizterörizm Enstitüsü’nü kurdu.Ariel Şaron başkanlığı döneminde 2002’de dış işleri bakanı, 2003 yılında ekonomi bakanlığını bağımsız kararlar almak şartı ile kabul etti. 2004 yılında Gazze için ultimatom verdi ve bu ultimatomu geri çekti. Tüm seçim kampanyalarındaki sloganı “Netenyahu-Güvenli bir barış yapmak için” şeklinde yürüttü. Kendisi İsrail tarihinin en uzun süre görev yapan başbakanı olarak tarihte yerini aldı. Buraya kadar her şey Netenyahu’nun bugünlere nasıl geldiğini anlatan tarihsel bir süreç.
Netanyahu ve Hamas arasında yıllardır süregelen bir savaş var. Netanyahu; Hamas’ın içinde yer alacağı bir yönetim ile barışı konuşmanın mümkün olmayacağını savunuyor. Kendisinin ereği, İsrail topraklarını genişletmek ve bunu yenilerini eklemeden yapmak. İyi de yenilemeden genişletmek ne demek oluyor?
Yaşanan o vahşet ve insanlık dışı saldırıları, katliamları hangi gerekçeye dayanak yapmayı kendilerinde hak görebiliyorlar. Hangi güç, var olmalarını sağlıyor. İnsan bu denli nasıl nefret dolu eylemleri yapmak için kendi varlığını sebep kılıyor.
Peki ya kınama ve onaylama dışında dünya birleş(e)meyen milletlerin varlığının kime ne denli ihtiyacı olabilir?
Tüm yapılanların ussallığını tartışmıyorum bile. Bu felsefi zırvalıklara değinmeyecegim elbette.
Hangi varoluş başka bir varlığın yok oluşundan kendini haklı görebilir? Yaşanan tüm iğrençlikleri midemiz bulanarak izliyoruz ve bunu da her şey gibi beceremiyoruz çünkü kısa süre sonra pek de memnun olmadığımız, şikayet ettiğimiz hayatlarımıza geri dönüyoruz.
Yahudiler özellikle Hitler döneminde holokosta uğradılar. Yahudiler üzerinde canlı insan deneyleri, Yahudi olan tüm insanlığı toplu şekilde hem de var oluşa aykırı düşünceler ile katlediler. İçimiz acıya acıya bizde izleyerek-okuyarak tanık olduk. Ancak buna benzer bir kitle kıyımını, aynı etnik kökene-dine sahip olmayan yaşama haklarının olmadığı savına başvuran Netenyahu, Arap halkı ve özellikle de Filistin halkına yapıyor. Zulüm yer değiştiriyor ancak hiç değişmiyor.
Bencil isteklerinin doyumsuz bir şekilde devamlılığını sağlamasını ve varlıklarını sürdürmeleri için insanların yaşama hakları kendi türleri tarafından sonlandırılıyor. Filistin halkının tek gerçek meselesi var. Evrendeki tüm insanlık ile aynı amaç ve bu çok basit; havayı, suyu, yaşamı insan gibi deneyimlemek istemeleri. Tıpkı senin-sizin gibi.
Yaşatılan bu trajedinin modern dönemde etik olarak gösterilmesi fazlasıyla usdışı. Bu elbette var olan durumu değiştirmeyecek. Netenyahu’nun siyasetini beğenmeyen aklı başında yahudiler de var. Bu durum onları da rahatsız ediyor. Nitekim dile de getiriyorlar ancak bu katil Netenyahu ve ona kol kanat gerek pek bir saygıdeğer avrupa ülkelerinin başkanları ve Biden’ın tutum ve görüşlerini değiştirmiyor.
Peki biz insan olarak ne yapalım bu durumun sonlanması için? Dünyada barışın olması için? Bu kısır döngünün bitmesi için?
Netenyahu’nun toprağına toprak katmak istemesi ve bunu zorba şekilde savaş etiği ve vahşetin boyutunu artırarak gerçekleştirme arzusuna karşılık bizler de iki protesto yapıp filozofların aforizmalarını sosyal platformlarda paylaşarak etkisiz tepki mi oluşturalım?
Belli bir tanrı inancını benimseyip toplu şekilde haykırarak, gelmeyecek olan yardımdan medet mi umalım?
Ya da hepimiz yahudileşerek etnik bir yapının parçası olarak senin-sizin gibi insancık mi olalım?
Yoksa yaptıklarına ayni ile karşılık verip kısa sürede insanlığı ve dünyayı mı yok edelim?
Hangisi seni-sizi doyuma ulaştıracak ya da hangisi seni-sizi yok etmeye yetecek?
Bu yaptıklarından sonra elde ettiklerin sana-size yetmediğinde ne olacak?
Ya sonra?
Sonra?
Savaşa karşı olan düşüncelerimi ve duyuncumu rahatsız eden görüntüleri hatırlamaktan dolayı günlerdir uyku problemi çekiyorum. Elbette bunu da unutacağız. Doğal karşılayıp bir sure sonra artık konuşmayacağız bile. Dostoyevski’nin söylediği gibi: “Önce ağladılar, sonra alıştılar. Aşağılık insanoğlu her şeye alışır.’’
Dostoyevsk’i yanılmayacak. Bizler de öyle yapacağız.
Kişinin yada yapılanların kötü olduğunu bilmek, görmek ve belirleyebilmek için bir dine, inanca ya da etnik kültüre sahip olmak gerekmiyor. Sadece homosapiens olması ve duyuncunun benliğini rahatsız edecek düzeyde var olması yeterli. Duyunç dediğim evrensel ve evrensel gönenç ise kesinlikle iyilikle sağlanır.
Geçenlerde İçerik üretici ve düşünür olan Pelin Dilara Çolak’ın İsrail-Filistin Savaşı ile ilgili yeni yayınladığı videosunu dinlerken Yahudi asıllı Amerikan Filozofu ve bahsettiği gerçekçi söylemleri bende insanlığa karşı bir umudu var etti. Özellikle de realiteyi düşünürler gözünden betimlenmesi ve çözülmesi adına neler yapılması gerektiğini anlatması çok hoştu. Yaşanan şiddetten dolayı üzüntüsünü ve olayın dehşetini usu ve kalemi ile dile getiriyor:
“Eğer baskın çerçeve, bazı hayatların diğerlerinden daha fazla yası tutulabilir olduğunu düşünüyorsa o zaman bir dizi kaybın, bir dizi kayıptan daha korkunç olduğu sonucu açığa çıkar. Kimin hayatının yas tutmaya değer olduğu sorusu, kimin hayatının değerlenmeye değer olduğu sorusunun ayrılmaz parçasıdir. Burada ırkçılık belirliyici bir şekilde devreye girer. Eğer İsrail savunma bakanın ısrar ettiği gibi Filistinliler hayvan ise ve Biden’in ısrar ettiği gibi İsrailliler artık yahudi halkını temsil ediyor ise o zaman sahnedeki tek kederli insanlar, tek acı çekmeye hak kazananlar İsrailliler. Çünkü artık yahudi halkı ile onları öldürmeye çalışan hayvanlar arasında bir savaş sahnesi oynanıyor.”
Hayat insanlar için acı ve can sıkıntısı arasında sarkaç gibi bir ileri bir geri sallanıyor. Sorumlulukları sadece ahlaki değerlerden uzaklaşan toplumdaki insanlara yükleyip toplum muhendisliği yapmayı da yararcı bulmuyorum sadece yaşananları izlemek bile utanç verici. Kast sistemi sadece Hindistan’da değil Orta Doğu’da, Afrika’da, gariban insanlarda, her şeyde, her şekilde varlığını sürdürüyor ve tepkisi etkili olmayan tüm insanlara rağmen sürdürmeye devam edecek.
Çünkü İbni Haldun’un tespiti gibi “coğrafya kader.”
Karamsar Filozof Schoupenhauer’un dediği gibi “Çocuklarıma bırakabileceğim en iyi miras onları hiç dünyaya getirmemektir.’’
Savaşın o kötü duygusunu tüm varlığı ve yokluğu ile yaşayan insanlar oldukça bundan kazanç sağlayan aşağılık insansı varlıkları konuşmak yerine insansal varoluş ve özün belirlenimini konuşmak bayağı bir gülünç gelecektir. Modern dönem saçmalıklarından olan; izlemek ve izlediğimiz yerden yorum yapmak gibi aciz bir belirlenimimiz var.
Hiçbir argümana dayandırmadan devam eden yaşamı sorgulamayı reddediyorum. İnsanın insana olan savaşını, vahşi hayvanların doğaları gereği yaşamın kuramı gibi doğal karşılayıp bu şekilde davranmalarını reddediyorum. Toplumun önem verdiği ve yapmadığı sözde ahlaki değerlerini reddediyorum. Netenyahu’nun siyasetini, ittifaklarını, görüşlerini ve varlığını reddediyorum. Birleşmiş milletleri, savaşı destekleyen tüm canlıların varlıklarını reddediyorum. Yaşamın bu denli saçma ve anlamının anlaşılmaması ya da var olan anlamını yitirmesini, varlığın, dinin, inancın, etnik yapının, ideolojilerin, ilkelerin tüm varlıklardan üstün tutulmasını en nihayetinde paranın ve mevkinin güç sayılmasını hepsini her şeyiyle reddediyorum. Ben de burada üzerime düşeni fazlasıyla yaptım yani kınadım.
Karamsarlığımın asıl sebebi; doğruyu bulamamamdır. Evrensel kavramların kavramsal olamayışı. Bunlar Sartre gibi benim de midemi bulandırıyor ve kusmak istiyorum. Varoluşsal sancımı yaşamımın sonlanmasına değin çekeceğim belki çoğunuz gibi.
İnsanların yok edilişini gördükçe Dostoyevski, Tolstoy, Camu, Sartre, Nietzsche’nin o insanlık ve yaşam adına hissettikleri negatif durumu ve karamsarlığı şimdi daha iyi anlıyorum.
Hepimiz yok olmalıyız
Hiç var olmamak en iyisi.
Varoluşumuzun yok olması ümidiyle...