Taşındığımız evin salonunda bir kitap bulmuştum çocukken, elime geçen ilk şiir kitabıydı o zamanlar. "Neriman Ergün." Merhaba, kimim ben? Diyordu kitabın kapağında. Gülüyordum sorunun ne biçimliğine. Şimdi elimde bir bardak çay, aklımda ise envai çeşit telaş. Biraz gariptir ki, karşımdaki mutfak faysına çizdikleri elmanın içini usulca dolduruşunu seyrediyorum. Ve şaşırıyorum bir tokat gibi tam bağrıma çarpışışına. Sahi, kimim ben? Neyim? Ne kadar tanıyorum kendimi? Ne kadar alınganım mesela? Geri vermem gereken şeyleri aldığımda neden geri veremiyorum? Bir yatağın çarşafını bile değiştiremiyorum. En sevdiğim renk gerçekten sarı mı? Aradığım cevapları bulamıyorum. Yoruluyorum ve bu yorgunluğum yalnızca satırlarımın arasına derdimi tasamı dinlemesini istediğim bir varlık yaratıp onu oraya sıkıştırmaktan başka bir işe yaramıyor. Tanrım üzülüyorum, bazen senin adını da sıkıştırıyorum. Beni yaratırken neler düşündün kim bilir, merak ediyorum. Saçlarım çok dökülüyor, bütün bu olanları anlayamıyorum. Öylece alıp yerden, çöp kutusuna atıyorum. Geceleri üstü açık bu kırılgan şehirin, o yüzden üşütük tüm bu insanlar, o yüzden üşüttüm ben de belki de. Tanrım, yardım et, kendimi özlüyorum. Kimim ben? Neredeyim? Çiğitsizim, üşüyorum.