"Maryanka, bazen durup durup adını söylüyorum kendi kendime.

Zaman ağır işliyor, saniyeler dakikalara, dakikalar saatlere bürünüyor. Hendekleri atlayabilmek için ömrüm boyunca çok kişiye sayısız yalanlar söyledim. Bende bir dürüstlük kırıntısı bulan senden ise hiçbir şey saklamayacağım, it gibi titriyorum burada. Sana kahramanlık hikâyeleri anlatmayacağım, bu lanetli çukurda patlayan her bomba insanın içinde var olduğunu sandığı soğukkanlılığı yok ediyor, hepimizi yaradılışımızın en ilkel taraflarına döndürüyor. Korkuyorum, bir kere geldiğim hayatıma nereden geldiğini bilmediğim bir merminin son vermesinden korkuyorum. Sadece kendim olarak buraya gelsem yine bir nebze korkmazdım belki. Fakat artık kendim için yaşamıyorum; ben sana dönememekten, son bir mektuptaki boktan satırlarda sınırlı kalmaktan korkuyorum. Biz hiçbir şey yaşayamadık Maryanka. Hayattan istediğimizi aldığımız günleri göremedik. O yüzden kaçıyorum ölümden, bir aptal gibi beni davet eden yumuşak kollarına bırakmıyorum kendimi. Eskidendi korkusuzluğum ve içine atladığım belaların sonundayım belki de. Seni tanıdığımdan beriyse yarın denen bir şeyin var olduğunu anladım. Yarını düşünenlerin nasıl korkabildiğini de..." 



Bu topraklarda yüzlerce yıldır yapılan cümle yanlışın bir çığ gibi yığılıp günümüze düşmüş buzdan soğuk ahvaliydi, onu bir çöp konteynırında bulan Militsiya devriyesinin bahşettiği ismiyle Marlen. Saçları zamansız ağarmış Pozdnişev'in bindiği kompartmanın konuğu olmak üzere çıkıyordu merdivenleri. Wagner'in bir parçası olarak bulunduğu çölden kopup katranlaşmış tenine vuran soğuğun, kafasını kaldırdığında gördüğü gökyüzünün kadrini anlamak yetmiyordu belindeki silahı kullanmaması için. Karşılaşacağı manzaranın güzelliğine karşı beklenmedik bir çirkinliğin sunumuna hazırlanıyordu. Kabiliyetten münezzeh ellerden çıkmış boktan bir resimden farksız olan hayatının tam ortasına Rönesans'tan kalma bir silüet gibi yerleşen Maryanka'nın bu resme eninde sonunda fazla geleceğini ve yakışmadığını hatırlayacağını biliyordu. Şaşkın mıydı? Hayır. Üzgün müydü? İçi bir zamanlar ipi kopmak üzere bir asansörle indiği havasız madenlerin duvarları kadar kararıyordu düşündükçe. Kapıya yaklaştıkça montunun göğüs cebinde saklı tabakanın ağırlığını daha fazla hissediyordu. Yok zamanın hediyesi... Derin nefesler çekerken hayatında hinlikten uzak durduğu tek hissiyatının ellerinden kayıp gittiğini biliyor, nemli gözlerini bir çift namluya dönüştürmekten çekinmiyordu. En azından onu görmediği zamanlarda...



Berbat bir el yazısıyla yazılmış adresin bittiği yerdeki gibi gözle görülen kapıların dilinden anlamak yetimhaneden çıktıktan sonra hayatta kalabilmek için öğrendiği onlarca şeyden bir tanesiydi. Arkasını hiç kolaçan etmedi. Ne gelirse gelsin yol boyunca dönüp bakmadığı gibi. Bu geceden sonra attığı her adımda arkasını kollaması gerektiğini biliyordu zaten, nadiren onu bulmuş özgürlüğün kısıtlı vaktini buna harcamak yerine bu vakte bir nihayet erdirmek için emin adımlarla yürümeyi seçmişti. Gün doğumuna birkaç saat kala açtığı kapının ardında derin bir sükunetle karşılaşmayı beklerken Baianova'nın eski şarkılarının çaldığını duydu. Ya bekleniyordu Marlen ya da onu beklenmedik kararsızlıktan uzaklaştıracak dehşetli bir manzarayla karşılaşacaktı. Bambaşka bir hayatta, Palmira da Yefremov'dan bir dal sigara karşılığında aldığı kağıda doldurduğu ömrünün ilk mektubunun havasında ihtimallerden ilkini ne çok istediğini hatırladı. Lakin sadece eğri büğrü kaleme alınmış bir mektubun yarım sayfasına sığacak kadarıydı artık bu. Loş ışığı takip ettiğinde sallanan bir sandalyede oturuyordu Maryanka. Dehşetli bir manzaradan uzak, hasretle dolu iki buçuk senenin her gününde bu şekilde bekleniyormuş gibi. Böyle olduğuna inanmak istedi Marlen. Tüm inançsızlığıyla körelmiş taraflarını buna inanarak doldurmak istedi fakat kaypak geoite ayak bastığı her gün yediği hakikat sillesiyle gelmişti kendine. Bunun öyle bir an olmadığını biliyordu. Maryanka'nın bu süre zarfında manasızca yaş almış çehresinde baki kalan ve rengini kuzey denizlerinden çalmış buz mavisi gözlerinde şaşkınlığın emaresini göremiyordu. Elinde bir sigara, yanı başındaki fiskosun üstünde cebindeki tabakanın birebir aynısı vardı.



"Neden uyumadın?"

"Gördüğüm son yüzün kime ait olacağını şansa bırakamadım Marlen."