evim, serin rüzgârla doludur. ellerim boşlukta yuvarlanırken koyu turuncu gökyüzünün ışığı sofanın camından içeri girdi. kendimi ışığın hissettiklerinde bıraktım. turuncu, kırmızı ve morluğun ötesi... hiç bu kadar gökyüzünden nefret ettiğim aklıma gelmezdi ya da yüzünden.
dışarıdaki ışık, alnını kırıştırmama sebep oldu. kendi çölünde kavrulup gidiyordum. oysaki sıcak değildi. serindi, soğuktu. kimse yoksa evler daima soğuktur. insan, soğuktur. yakar, durur. evimin açıldığı pencerenin önünü kirlettim ve o kirliliğin gözünden hayata baktım. bu kadar bencil olmamalıydım. insanın kendinden nefret etmesi ne tuhaf şeymiş. turuncu, kırmızı ve sarı...
sarıdan da nefret ettim, ışığı gözlerimi kamaştırırken. turuncunun kızıllığına bıraktım kendimi. yüzümün kırışıklığı, kızıllığa bıraktı kendini.