Ağaç altında hiçliğe bırakılan sayfalar var. Hepimiz terk ettik.
Ey suçlu!
Şimdi dön ve bak,
Gökyüzünü boyayan kim. Ağzında kocaman kelimler sıkıştıran; hep kaçan, kendinden değil kendisi olandan.
Ayakların çimlerde, rüzgar pek yalancı, saçların uzamış, gören yok seni, kes palavrayı!
Şimdi,
Bir tutam hayal satın al, arka cebinde sakla, çıkarma onu. Merak etme Azrail de osurur.
Dişlerin sararmış, umutların varmış, bak şu adamdan adam olmazmış derler,
Ne derler!
Onlar hep bir şey derler, sen ki sen, biraz ben, içine attığın şekerin erimeden, ondan ekle; acıdır tadı dik kafaya,
Sikleme!
Başın mı dönüyor, özgürlük ağır bir bedel, annen uyarmalıydı seni haylazken.
Şimdi sayfalar rüzgarda yol alır, anlamaya ayırdığın zaman biraz paslıdır, gözyaşların hep bir sahtedir senin. Yok ki onur biraz ben demeye,
Sen demeden.
Soytarı kılıklı bir fincanın var senin, her dikişte renk değiştiren. Biraz da kendin ol be mümin, Allah demeden...
Sessizlik içinde anlam arayışın, bir durak, şoför gecikmiş, karısı eve başkasını dikmiş, kıllı kollarında kadar çekmiş günahlarını, af et diyor,
Ne oldu sana yahu, o övündüğün öfken hangi kuytuda kemirir, dişlerini paralar kimsenin işitmediği, yankı yapıp yokluğa evrildiği, ertesi sabah güneşin ışığını gömdüğü kuyuya.
Bak duyan yok,
Azrail osurur laf eden tövbekar.