Söylemek isterdim... Ancak ne zaman kımıldatmaya kalksam bir kelimeyi, bir başkasınınkine çarpıyorum.


Çok emekli, çok zor işmiş umut etmek, yaşamak, inanıyor kalmak. Çok yoruyor insanın aklını, bazen ruhunu.

Ruhum akıp gidecek sanki ama bedenim onu demir bir zırh gibi sınırlıyor. Bir barajda biriken su gibi... Kendi bedenimi dövüyor ruhumun dalgaları, tıpkı baraj suyunun beton duvarları dövdüğü gibi. Bedenim soğuk, duygusuz, renksiz bir vaziyette. Duruyor öylece. Bir adım olsun izin vermiyor ruhumun dolup taşan dalgalarına. Olan ruhuma oluyor.


Benim için dünyadaki en huzurlu şeydir denizi izlemek. Ruhumun yapamadığını yapar su dalgalarının gelgitleri -bir de bulutlar-. İzledikçe gönlümde sular durulur. Sanki bağıra bağıra şarkı söylemişim gibi.


Nedir bu metcezir? Yaşamak dedikleri hep bir çalkantılı hali mi? Ömür boyunca aşamadığın duvarları dövmek. Dövdükçe yaralanmak.


Benim bu hissettiklerime ne şiirler yazılmış, ne şarkılar söylenmiş, ne romanlar anlatılmıştır. Acımız bile bize ait değil. Ne zaman ağlayacak olsam bir yaraya, bir başkasının metanetiyle yutkunuyorum.

Zamana, mekana... Ete, kemiğe sıkışıp kaldığınızı hissettiniz mi hiç?