Aman Eminem,.güzel Eminem.

Normal dediğimiz bir insanın, aktiviteyi gerçekleştirirken yaşadığı sınırlarlamalar ve eskiklere sakatlık diyor sözlükte.

Okurken basit, yazarken hüzünlü, yaşarken ise zor olan durum. Çoğu zaman insanın boğazının düğümü oluyordu. 7 ağabeyden sonra gelen Emine'nin kar beyazı yeni ve kahve gözleri vardı. Doğumda kalmıştı hayatının en büyük talihsizliği. Ömründe hiç çıkmamıştı köyünden. Anadolu'daki bir çok kadın gibi. Doğduğu memleketlerde ölen kadınlar. Okuma-yazma çatamadan alınmıştı okuldan. Halbuki ne kadar hevesliydi. İlk okul günü uyuyamamıştı. Birleştirilmiş sınıfın hepsi köydendi. Oyun alanı gibi samimi ve sıcak bir kerpiç sınıf. Nasıl olur da bu kadar hoş gelebilirdi insana. Baba ne demişse o'dur. Âdet böyledir. Abiler gitmeliydi okula, hem kadının nerede yeri vardı ki okulda olsun. Hor görülen, tekmelenen, homurdana homurdana sövülen değil miydi? Sıra sıra koyunlar onu beklerdi. Bir sağa bir sola gideyim derken bacakları kasılır, elindeki değnekten alırdı hırsını. Aman kader kör olası kader. Amma ettin artık. Canıma tak ediyor derdi. Okul çağında olmayan ağabeyler ise bahçe takım işlerine giderdi. Güneydoğu'da çok çocuk demek güç demekti. Boldan işci. Oraya koş buraya koş denecek birileri olmalıydı hep. Süt ılışmadan incir yaprağı ve ham incirin sütünden 'teleme' çaldı. En sevilen lezzet budur. Yöresel bir kıymettir. Dibini yufka ekmekle sıyırarak tasları tertemiz bırakırlar. Hele de hava biraz sıcak gitti ise. Hem hafif hem lezzetlidir. Belki de bu zühürt tesellisidir. Bir evin avlusunun içinde, koyunların ahırında seneleri geçirdi güzel Emine. Talibi çıktı. Yaşı da pek ufaktı ama. 15'i geçince olmazdı. Evde kalmış derlerdi. Kahramanmaraş'ın yaylalarında bir çok anne 13-15'de alırdı ilk çocuğunu kucağına. Askere gitmeden bir çok erkeğin 2-3 çocuğu olmuş olurdu. Güzel boyu vardı. Utanç ve mutluluk arasında bir bakışla göz göze geldi talibiyle. Bir dakikadan fazla gören yoktur evleneceği adamı. Köy yerinde genç kız büyük sorumluluktur. Tek başına koyun keçi başında gönderince, ya biri çıkarsa üstüne. Aman Allah korusun. Leke gelir adına şanına insanın. Bir çırpıda veriverdi babası kızını. Düşünecek bir şey yoktu. Ahmet bey sakat olduğunu aksayarak yürüdüğünü bilmiyordu geç farketmişti. Hersey kına kokusu gibiyken, cennet kokusu da der benim yörem. Nasıl vazgeçebilirdi ki. Bir gelinin eline kına yanmışsa bitmiştir. Kaderine razı geldi delikanlı, geniş omuzlu heybetli Ahmet'in. Emine tıpkı geride kalan bir çocuğu kolundan çeke çeke sürükler gibi yürürdü bacağı ile. Kınası yanmış gelin bırakılmaz, koyup gidilmez. Mertlikte yoktur diye diye kapadı gözlerini. Sözünün eri adamlara zordur lafından dönmek. En büyük küfür sende mertlik yokmuş olurdu herhalde. Evlendiler. İki yağız oğlan verdi Emine. Boncuk gibi iki oğlan. Biri hafif esmer diğeri ise güneş gibi parlak. Süt gibi oğlan. Çocukların sesiyle günler hızlıca geçti. Bahçedeydi Yağız Ahmet. Öte beri derken iş tutayım dedi Emine hanımda. Bir bağırtı ile duruldu çalı süpürgesi. Büyük oğlan bağırarak geliyordu: "Anam... kaşına gözüne kurban olduğum anam. Babam kımıldamaz. Yetiş ! "

Koşar güzel Emine, koşar ama yürüyen bir çocuk ondan daha hızlıdır. Bacak ona başkasından emanet gibidir. Zavallı Emine, güzel Emine. Köylüler yetişir.

Ahmet gözünü açar ama bellidir bir derdi var. Derdi veren şifasını da verir de. Bazen geç bazen hiç olabiliyor. İki evladım var bu derde çare bulmalıyım Eminem diyerek çıkar yola. Heybesi vardır yanında. Bir de aslan gibi heybeti. At sırtında tutar Çukurova'nın yolunu. Aç susuz kalır. Yine de pes etmez. Onca yol ne zor. Arabada neymiş. Hem gariban bir köylü. Televizyonla araba bir tek muhtarlarda olur. Dudakları çatlamış kuruluktan. Gide gele ulaşır ama çaresi bulunmaz. Şifa olamaz doktorlar. Emine kupkuru kalmıştır dertten sıkıntıdan. Yüzü bembeyaz kesilmiş. Durulmuş. Korkutulmuş bir kedi yavrusu gibi. Köye telefon gelir. Atatürk'ün hastalığından olmuş derler. Şifası çok para ister ama parada yoktur. Tedavi edecek doktorda. Seneler sonra hastanelerde tekmelenecek doktorlar ama. Henüz o çağ değil. Köy muhtarı kafasını ağrıtmak istemez. "Cenazeyi gelip alacak kimse yok" der ve ekler "Bir garibandır. Gömün oraya." Ne kadar basit değil mi. Bir çırpıda söylendi geçti. İnsanlar bir çırpıda söylediği her şeyi bir fırtınada yaşarlar.

"Emmi nedir haber. Nolmuş Ahmedime? Söyle emmi çor çocuk yolunu gözleriz?" Muhtar gözlerini sağa sola çevirip:

"Allah çocuklarına uzun ömür versin." der.

Şalvarına vura vura dövünür güzel Emine. Dövünür ama çaresi de yoktur.

"Kötü hastalıkmış, oraya gömmüşler" der yönünü dönerek gider muhtar.

Yas,düğün kadar kıymetlidir bizim toplumumuzda. Yasını bile tutamamış gariban, iki çocuğuyla baba ocağının yolunu tutar. Evden bir kez çıktı mı kız çocuğu dönüşü aileye külfettir. Ayıp bakarlar. Bide yük.

Oğlanlar ilkokul bitince dedelerinin sözüyle:

"Artık başınızın çaresine bakın koçum. Koca adamlar oldunuz. Gidin, eliniz ekmek tutar oldu. Birazda kendi ekmeğinizi yiyin." Boş bir gururla elini öptürür. Haydi der. Haydi selametle. Oğlanlar gidince Emine'yi de eşi ölmüş bir adama verirler.

Adaletin terazisi var elbet. Allah'ın takdiri de.

Emine'nin ahını alan köy muhtarı, dağ gibi adamı kimsesizler mezarlığına gömdüren muhtar, veremden kan kusa kusa ölür. İsmi cismi yitmiş bir mezar, iki yağız oğlan ve sakat Emine'nin hikayesidir.

Dua ederken hep: "kimsesi olmayan bana da bir Fatiha yok mu diye bekleyenlere de ulaştır ya rabbi" derdim.

Geç anladım. Geç öğrendim. Meğer babaannemin öğrettiği dualar hep dedeme imiş. Ölümün de, geriden gelenlerin de hayırlısı.