Uzunca, kıvrımlı, dolgun ve bir ressam tarafından özenle çizilmiş gibi duran kirpikleri vardı onu ilk tanıdığımda.


Göğün daha öğlen saatlerinde kararmış olduğu, yağmur damlalarının insanoğlunu taşlar gibi cama çarptığı saatlerde sıkışıp kalmış, yalnızlıktan titreyen bir kız çocuğu vardı uzak diyarların birinde.


Derlerdi ki "O kızın başını dahi okşama."


Rutubetten kalkmış duvarları vardı evinin, ocağı pas tutmuş bir mutfağı ve dolap kapağının teki olmayan bir odası. Baktığınızda sadece bir çöplüktü, o da içinde bulunduğu çöplüğe yakışmayan güzellikte bir kız. Neresinden bakarsanız bakın tertemiz yüzü ve güzel elbiseleri vardı. Her gün seher vakti evden çıkar, yelkovan ile akrep tam yedide buluşunca geri gelirdi. Dimdik yürüdüğü sokakların sonu derme çatma bir eve varıyordu, neresinden bakarsanız bakın bu ev ona yakışmıyordu.


Kahverengi gözlerinde denizleri taşıyordu ama o denizlerin dibinde hayalleri yatıyordu sanki. Hayatın kuklası olmuş hoş kokulu bir bedendi.


Belki de öyle görünmeye mahkum kalmış biri. Kim bilebilir idi?


Canım, derlerdi ki "O kızın başını dahi okşama."


Yalnız bırakılmış her bedende biraz asilik sezilirmiş. Yüzüne bakmaya çekinen bedenlerle dolu dünyasında onun da kendini koruma yöntemi böyleymiş. Kimse derinlere inip de "Kimsin sen?" demeye yeltenmemiş. Bir oturuşta akıtacak çok yaşı birikmiş göz pınarlarında, hepsini teker teker geri göndermiş. Bir oturuşta kanatacak çok yarası varmış göğsünde, bir kanatsa bir daha durduramayabilirmiş. Kimse sormamış, senin neyin var diye.


Aslında, bir zamanlar onun da yüreğini ellerine teslim ettiği bir kadın varmış yanında. Belki annesi, ablası, kim bilir belki de sevgilisiymiş. Onun ellerine bıraktığı yüreğini adım attığı her sokakta ufalaya ufalaya kaybetmişler.


Derlerdi ki "O kızın başını dahi okşama."


Ben, o kızın saçlarını ördüm özene bezene. Ertesi gün kesmişti. Hem saçlarını hem hayatın kıyısına köşesine tutturduğu halatını... Boşlukta süzülür gibiydi onu son gördüğümde. Ona baktığınızda uzun kirpiklerini görürdünüz, kalemle çizilmiş gibi duran yüzünü.


Ona baktığımda "onu" görmeyi ben de beklemiyordum. O da bana baktığında anlaşılmışlık görmeyi beklemiyor olmalıydı ki köşe bucak kaçtı benden ama bir gün tekrar "okşama" dedikleri saçlarını örebildim. Ertesi gün ördüğüm saçlarını kesti yeniden. Ellerinden tutsaydım ellerini de kesecek gibiydi.


Daha sonra seher vakti çıktığı evden gece yarısını görünce çıkar oldu, onun dünyasında akrep ile yelkovan buluşmuyor olmalı ki günlerce geri gelmediği olurdu.


Kasım ayının bir gecesi yine çıktı o ev dediğimiz yerden. Yedi ay boyunca hiç geri gelmedi. Temmuzu yarılamıştık, sokağın başında bembeyaz elbisesiyle bir beden belirdi. Ayakları yere basmıyor, yer çekimini reddediyor gibi yürüyen bir beden. Yaklaştı, yaklaştı, yaklaştı...


Bu sefer önce kalemle çizilmiş gibi görünen yüzünü gördüm, sonra çökmüş gözaltlarını ve içine göçmüş yanaklarını. Son gördüğümde dimdik yürüyen bir bedendi, şimdi boşluğun tam kendisiydi sanki.