Gök gürültüsüyle bir kesiliyordu, ağzından mı boğazından mı çıktığına emin olamadığım hıçkırığı. Burnunu arada sırada koluyla siliyor, bazen de olabildiğince içine çekiyordu. Yüzünün ıslaklığı ışığın altında parlarken, pembeleşmiş dudakları yavaşça açılıp kapandı. O zaman mırıldandıklarına kulak verdim. ''Nasıl devam edeceğim,'' diyordu, ''onsuz nasıl olacak?'' Şişkinliğinden tam açamadığı gözlerini diktiği boşlukta, bütün hatalarımın eski sevgilim tarafından bağışlanmasını izledim.
Birkaç hafta öncesine kadar beni görmeye tahammülü yoktu. Bitti, demişti. Bittiğini vurguladıkça, kıvırcık saçları kabardıkça kabarmış, bitti diyen ağzındaki dişleri sivrileşmişti. O hâli gözümü korkutmuş, biten her neyse uzatmadan kabul etmiştim. Şimdiyse karşımda benim için ağlarken, bambaşka bir kadına dönüşüyordu.
Odaya girenlerle çıkanlar aynı hızla değişiyordu. Tanıdıklarım arasında tanımaya güçlük çektiklerim de ahenk içinde burunlarını çekip, gözyaşı döküyorlardı. Kalabalığın içinde nereden geldiğini bilemediğim, annemin ağıdının yankısını duyuyordum. Kadınların etrafına yığıldığı annem, durmadan söyleniyordu. Bana çarpan arabaya, benim kullandığım arabaya ve dönüp dolaşıp, en çok bana söyleniyordu. Ölümümden dolayı bana duyduğu öfke, göğü ortasından yaracak kadar güçlüydü. Annem kendini yerden yere atarken, hepimiz göğün yarılmasından korkuyorduk. Annemin hâlini gören babam aldırış etmeden balkona çıktı. O sırada halamlar annemi sakinleştirmek için bütün kolonyayı üzerine boşaltıyordu.
Yağmurun ıslattığı terlikleri giyerken, kimse gelmesin diye kapıyı kapatmıştı babam. Cebindeki sigarayı çıkardı, titreyen eliyle tek seferde yaktı. Havasız kalmış bir insan gibi derin derin içine çekti. Sigaranın dumanı, babamın yüzünde süzülüp benim yüzümde kayboluyordu. Yağmur yağarken, babam ıslanıyor ben ıslanmıyordum. Birkaç kere giren çıkan oldu balkona, babamı yokluyorlardı. Büründüğü sessizliği karşısında kimse ne yapacağını bilemiyordu. Ama bu sessizlik iyi bir şey değilmiş, öyle diyorlardı, içine atmamalıymış, hastalık olarak kendini gösterirmiş sonra.
Oysa babam, içine bir şey atmazdı, çıkmasına da izin vermezdi. Onun için gelen her şeyi olduğu gibi kabul ederdi. Yüzümüze karşı neyse oydu ya da o olmaya çalışıyordu. Ölüm haberimi aldıktan sonra uzun süre konuşmamıştı. Cenaze işleriyle amcamlar ilgilenirken de ben gömülürken de ses etmemişti.
Şimdi balkonda, yağmurun ıslattığı babamda, sigarasını derin derin çeken babamda, bir şey arıyorum. Ufak tefek. Bir tepki, biraz olsun bir değişim... Titreyen sol eli dışında bir şey göremiyorum. Başımı diğer tarafa çevirdiğim sırada bana döndüğünü fark ediyorum. O bana baktığının farkında değilken, ona bakıyorum. Sağımdaki babama.
Babam sigarasını bitirmeden salona geçiyorum. Herkes yanındakilerle fısıltıyla konuşuyor. Birileri arabanın kullanılamaz hâle geldiğini söylüyor. Diğerleri, önemli olanın can olduğunu, bu saatten sonra bunun öneminin olmadığını dile getiriyor. Söylenenler, uzun süreli sessizliğe, iç çekişe, bölük pörçük ağlamaya sebep oluyor.
O sessizlik arasında üniversite zamanlarından bazı arkadaşlarımla karşılaşıyorum. Salonun en köşesinde, diğer misafirlerden uzakta oturuyorlar. En ortalarında Atakan oturuyor, yanında Volkan var. Eşiyle birlikte gelmiş. Adı neydi hatırlamıyorum ama en az onlar kadar üzgün görünüyor. En uçlarında Tuğçe oturuyor. Bacaklarını üst üste atmış, parmaklarını çıtlatıyor. Hızlı hızlı bacaklarını sallamasından anlıyorum, konuşulanları dinlemiyor. Üniversitede bir sene kadar beraberdik, şu an hatırlayamadığım sebepten dolayı yol ayrımına girmiştik. O sene içinde, yapmadığım kadar geleceğe yönelik planları onunla yapmıştım. Okulu bitirince, Güney Amerika’ya gidecektik. Ardından Türkiye’ye dönüp iş kuracaktık. Ortak olup, bir sanat atölyesi açacaktık. Belki diğerleri de bize sonradan dâhil olurdu.
Şu an, her birimiz bambaşka hayatlarda ve yerdeydik. Kapı arkasındaki koltukta, onlara kulak misafiri olurken, ablamı gördüm. Sancısı olduğu için eşi onu hastaneye götürüyordu. Bir ay sonra doğum yapacaktı, erken doğum olmasından korkuyorlardı. Ablam giderken, karnını eliyle sımsıkı tutuyordu. O sırada gök, kaç kere gürledi saymadım. Annem de ablamla gitmek istedi. Bunu isterken yarı baygın yatıyordu. Bazen gözlerini açmaya çalışıyor, bir şeyler söylüyordu. Benim adım dışında, ağzından çıkanları kimse anlamıyordu.
Yemekler kaynıyordu durmadan. Mutfağı dolduran buhar, bütün odalara sızarak kayboluyordu. Birileri helva dağıtıyor, ağızlardan başınız sağ olsunlar çıkıyordu. Eski sevgilimi giderken görüyordum. Asılı duran ceketimin yanındaki ceketini almış, ayakkabısının bağcığını bağlarken, tanımadığı kişiler onu uğurluyordu.
Evin içindeki havasızlık gitgide arttı. Kirli tabaklar mutfağı aştı. Kapının zili art arda çalarken, kapı önündeki ayakkabılar merdiveni geçti. O gün gece olmadı. Yağmur bir an olsun dinmedi. Babam tek kelime etmedi.
Ölümümden sonra kırkıncı günün geçmesini bekledik hep birlikte. Kırkıncı gün evin içi temiz havayla doldu. Ablam doğum yaptı ardından. Annem bir kere daha bayıldı o zaman. Bahar yağmurları dinerken, bahçedeki kiraz ağaçları bir kere daha çiçek açtı. O zaman sevindi, annemle babam.
Zişane Tosun
2021-03-25T10:59:03+03:00Hepinize teker teker teşekkürler ediyorum, ince ve naif yorumlarınız için... 🙏🏻
Berrin Aydın
2021-03-25T05:57:19+03:00Çok güzel. İnsanı titreten bir akış var. Kaleminize sağlık. Çok etkileyici
Dilber
2021-03-24T23:36:09+03:00Çok akıcı bir yazıydı. Sanki o evde oturanlara biri de bendim. Yaşadım hikayeyi resmen. Çok beğendim. Kaleminize sağlık👏👏👏🌸
Jean Valjean
2021-03-24T22:39:44+03:00Metni okudum mu yoksa metnin taşıdığı anın, görüntünün içinde bir görüntüye mi dönüştüm, dahil oldum bilemiyorum. Çok ama çok beğendim. Önce yorumumu bırakıp ardından tekrar okuyacağım ve yenilerini de merakla bekliyor olacağım. Emeğinize, kaleminize sağlık.