Kırık bir masalım var size anlatacağım.
“Yılları unutalım” diyordu gözleri. “Tüm ödenmemiş faturaları yırtıp atalım ve boynumuzun borcunu dünyaya takalım.” diyordu. Öfkelenmişe benzese de sözleri, sakin bir meltem gibiydi nefesi. Sıcaklığı tazeliğine karışmıştı. Sadece bana döküyordu içini. Tüm yaralarıyla gördüm içindekileri. Saklamıyorum, öfkelendim. Sinirimden kudurmuş bir köpeğe döndüm. Ters yüz etsem de kendimi, yüz bulamıyordum kendimden. En çok da o an kaybettim. Bütün sürgüleri sürmeli gözlere karşı o gün çektim. Yalnızlık senfonisini dinlediğim inziva günlerimin günlüğünü Wittgenstein’ın kitabını yaktığı gibi yaktım. Külleri ecnebiler gibi bir kavanoza koydum. Öldürdüğüm düşüncelerimi birkaç dua ile havaya savurdum. Üç, iki, bir, göz açıp kapandı ve bazı gözler bir daha hiç açılmadı. Sebebini araştıranlara şüpheci, araştırmayanlara gerici, sebebini bulanlara da doktor dediler. İnsanlar küçük bir münakaşadan galibiyetle ayrıldı. O gün galibiyetin şerefine binlerce hayvan katledildi. O gün kazanan insanlar hayvanları da yendi ve yedi. Yedi bitirdi. Küçük meselelerin adamları ortalık yerde türemeye başladı. Normal insanların onları göremeyecek kadar küçük olduklarından her tarafı sardılar. Büyükler hantallığıyla kaldılar. Çocuklar hala maç yaptıktan sonra kirli çeşmeden akan suyu kana kana içiyorlardı. Hasat zamanı gelmiş tarlalardaki ruhsuzluk şehrin betonlarına yayılmaya başlayınca bir adam bunun çaresine bakmak için yola koyuldu. Bağdat dahil her yere giden bu adam ilacı bulamadan öldü. Oradaki çocuklar kirli çeşmelerde kana kana su arıyorlardı. İnsanlar adamın ölümüne hiç telaş etmedi. Çünkü küçük meselelerin küçük adamları bu meselelerin kendilerini ilgilendirdiğini gece sivrisinek vızıltısı olarak insanlara söylediler. Bir iki kaşınan dışında karşı çıkan olmadı. Öyle bir gecede tek boynuzlu atın sahibi atını parasızlıktan hipodromda yarıştırmayı kabul etti. Cicili bicili elbiselere sahip kardan çocuklar burunları düşünceye kadar ağladı. Sonuç değişmedi. Olan ağlayan kardan çocuklara oldu. Hepsi kendi gözyaşından eriyip mahvoldu.
Fısıldayan bir adam vardı, kayalık bir yerde konuştuğundan kimse bir şey anlamıyordu. Yaşadığı yer daha önce kimsenin yaşamadığı bir kayalıktı. İnsan dilinde söylemek gerekirse kimsesizdi. Ama fısıldayan adamı oradan uzaklaştırmak istediler. Gitmeyince de kimsenin yaşamadığı kayalıktan irili ufaklı parçalar koparıp adama fırlattılar. Başına aldığı üç darbeyle oracıkta öldü.
Yıllar sonra karşımda bu hikayeyi okurken, yılları unutalım, diyordu gözleri. Ben çoktan unutmuştum. Tüm bu yazılanları onun gözlerinden okuyup uydurmuştum. Nefesi hala sıcaktı ama biraz daha seyrekleşmişti. Söylemiyordu ama üşüyordu. Üzerine titredim ve onunla üşüdüm bütün gece. İlk konuşan kaybedecekti. Horoz kaybetti.