Kırk yıllıktı bu ev
Kırk yıllık bir düzen,
Kırk yıllık bir keder.
Acı acıyı doyurur demişti babam.
Kahkaha bir ötekini doğurur.
Bu çatının altında doymuş,
Ve duvarları tırnaklayarak doğurmuştuk onu.
O bizimdi.
Beşimizin.
Tamı tamına bir avuç insandık, bir karış çatının altında.
Kırk yıllıktı bu ev.
Kırk yıllık bir düzen.
Kırk yıl babamın ömrünün yarısı eder.
Acı tütün tadı gibi bir sofra,
Bazenleri badem şekeri gibi...
"Zeytin gözlüm" derdi babam,
Kahvaltı sofralarında yeşil siyah tabaklara takılı kalırdı gözlerim.
Keşke derdim, keşke siyah değil de yeşil zeytin olsaydım.
Yarımdır ya insan doğuştan,
Öyle bir şeydi işte.
Beşimizindi bu tamamlanamayan.
Gurbetse gurbetti aynı sofrada yaşadığımız.
İlk kez babaannem öldüğünde ağlamıştı babam
Unut deseler de unutmam.
Dile kolay,
Bir anaydı bu acıyı doğuran!
Sahiden ne kadar ve kime kolaydı,
Tırnaklayarak toprağı ve yırtarak göğü bir canı doğurmak?
Ve sahi?
Neden cennet başımın üstünde değil de ayaklarımın altındaydı?
Kırk yıllıktı bu acı.
Kırk yıl.
Bir avuç insan, tam kırk yıldır,
Doğuruyordu bu acıyı.