Uzun süre oldu yazmayalı. Bu süre zarfı içinde, neden yazmam gerektiğini düşündüm, bir sebep bulamadım. Sahi neden yazmamalıyım sorusuna da verebileceğim bir cevap yok. Uzun süre oldu yazmayalı. Bu gece ilk kez beyaz bir kağıtla uzun süre bakıştım, masamda çayım, arka planımda müziğim, elimde sigaram ve aklımda cümlelerle.

Peki ne yazacağım? Bilmiyorum.

Aslına bakarsak aklıma gelen ilk şey, hayatın seni nasıl ve ne derece ters köşe yapabileceği. Olacak şeyleri oldurmayıp, olmayacak şeyleri karşına nazır dikerek seni bok gibi ortada bırakabileceği. Fakat mühim değil. Hayatın olayı budur zaten. Seni senden alır, sonra sen kendinden vazgeçtiğinde, geri vermek ister, sen ilk başta reddetsende , sonrasında tıpış tıpış kendine koşacağını bilir ve geçen her bir süre, yine onun lehinedir. Çünkü kendinden kaybettiğin her bir dakika, hayatında kendini kazanmak için, uğraşacağın saatlere, günlere, yıllara tekabül eder. Ve sen günü gelip de, artık kendini istemek için hayatın kapısına dayandığında, sana seni bir bütün olarak vermek yerine, kırıntılara dağıtıp , teker teker, parça parça verir ve de sen her bir parçanın değerini anlarsın. Bu bir insanın hayatında alabileceği en büyük derslerden biridir. Kendinin ne derece ehemmiyetli olduğunun, kendine varamayanın hiçbir yere varamayacağının bilincinde olmak. Bu yüzden ölüler diyarı denmiştir milyonların dolup taştığı sokaklara, bu yüzden en gerçekçi şey mezarlıklardadır. İnsanın , bir bütün olarak , safi kendi değerini taşıyarak, bunun kavranması. Bu yüzden, yıllanmış bir taşın altına birikir dostlar, sen bundan habersizce toprağa karışırsın. Onlar da senin safi değerine.