Sayılı adımları sayısız meskene
-bir bıçağın sıkışması gibi tene-
Acı ve kanla yazılmış bir kırkayak gibiyiz.
En baştan başladı kırkayak,
Ne kaldıysa hatıralardan geriye
onlar döküldü.
Koskoca bir şehrin yığıntıları gibi
üst üste
ve mümkün olduğunca yekpare...
İlk sırada eski mühendis Kenan Bey,
Hala belinde taşıdığı
altmış beş santimden T cetveli,
köşelerinden soyulmuş cüzdanı
-baba yadigarı, katran siyahı, çakma deri-
ve içinde taşıdığı emekli ikramiyesiyle
kırkayağın yirminci başıydı.
Babası Kadir Efendi'nin
pütürlü ak duvarda şehvetle duran askılı tüfeğini
Anası dayadığından bir gün şakağına
Ve patladığı için on milimlik bir mermi
tüfeğin çelik borusunda
biraz tutuk kaldı Kenan.
Ondandır hep aynı rüyayı görürdü durmadan.
Ki o rüyada
Salyangozlar yürürdü pörsük yanağında
Sonra nasıl oluyorsa
bir garip barut tadı duyardı ağzında.
İkinci sırasında bu şatafatlı kırkayağın
Pek sayın
Canan Hanımefendi bulunuyordu.
Mermere benzer alnını yandan kesen
iki şeritten muteber
bir çift koca yol vardı kırış kırış.
Anlatılırdı ki:
Evvellerde bir kış
Sürüp sürüştürüp, takıp takıştırıp da
Kirazlar sanki akıtıp
ince ama kalkık dudaklarına
Adamlar doldururken evine
Pos bıyıklı, cevval ve sözde kudretli bir adam
Saçından tutup bizim Canan Hanımefendi'nin
-Ama kendisinden nasıl emin-
Tutup başını vurduğu için karyolaya
hem de demir kısmına
Yarılmış alnı otoyol gibi
bir yandan bir yana.
Yalnız o günün ardından
Canan'ın sadece kan akmamıştı alnından,
Garibimin ne ahlaksızlığı kalmıştı
ne de orospuluğu kaldı.
Ethem üçüncü boncuğu kırkayağın,
Öylece boşlukta asılı dururdu.
Bilinmediğinden
ne yeri ne de yurdu.
Uyuklardı sabahlara kadar
Eski apartmanların kömür dairelerinde.
Ve belki de ondandır
Azalsa da öksürüğü
hala kömür kokmaktadır.
Harikulade bir büst gibi
Kırkayağın bir yerlerinde
Uzun boynunun üstünde yükselen bir baştı Gülseren.
Uzun ve muntazam saçları,
İçinde yemyeşil ve puslu bir orman gizli bakışları
Ve sanki Anadolu çırası gibi tez canlı
olmasına karşın,
Kendinden ufak kardeşinin
Daima yanan başına sürerdi ödünç sirkeli suyu
Ve daha sonra onu
buz gibi bir Bursa suyuyla yıkardı.
Yoncalı elbisesi içinde iliğine kadar terler,
Tarifsiz acılar içinde kalırdı.
İçinde olmaktan bahsedip hüzünle
Ama yine de
Tam göbeğinde dururdu Mükerrem Usta
bu kaçınılmaz kırkayağın.
Mükerrem Usta
içten içe küskün bir adamdı Anadolu'ya.
Sırf kızdırmak için onu
Sabah kahvaltıda
küçük fincanında
Zehir gibi bir 'Eyropa' kahvesi içer
Yanında burgulu Fransız ekmeklerinden yerdi.
Harici memleketlerden birindeki yeğeni Ayla
Her ay gönderirdi Mükerrem için
üç uzun parça francala.
Halbuki Mükerrem Usta
Daha çok severdi
bizim anam babam beyaz ekmeği.
Mükerrem saat sabah dört buçukta
Öfkeyle uyanırdı.
Sırf rahatsız etmemek için karısını
içinden söverdi
yandaki caminin cam tıngırdatan sesine.
Mükerrem sadece okuyor olabilmek için
Gözlerini oynatırdı harflerin gölgelerinde.
İçindeki hissiz toprak,
baba mirası,
Anadolu
Hep böyle onu yenerdi:
Felatun Bey kalırdı aklında
-daima-
Kalacağı yerde Rakım Efendi.
Aynı kırkayağın inatçı ve bilinen son başı
Denizler geçip de
memleketler yutmak isteyen
bir küçük kadındı.
Sevin'di adı.
Sevin henüz on beş yaşında yitirmişti babasını.
Babası ta ikinci harpten bu yana
Karşı kıyılardan muhacir taşımaktaydı.
Bir gün
Ufacık teknesi yakalanmıştı
kıyamet gibi bir lodosa
Sonra kan gövde
küfür ve çığlık
nihayet alabora.
O günden beri Sevin
Hem aşık hem de düşman denize.
Sanki geceleyin kızıl nişanlar içinde
Cehennemler şahlanırdı buram buram
ve iblisler yürürdü çıplak göğsünde.
O deniz dedikleri koca kütleden
Bir İngiliz novelasında olduğu gibi
birbirine içkin iki baş çıkardı:
Biri, o ne güzel Doktor Jekyll, münasip ve sakin
Diğeri Bay Hyde, mendebur ve hain.
Ama Sevin,
Senin,
Roma entarisi giymiş begonvillerin...
Akdeniz tuzu...
Al şalvarlı kızanaklar okyanus ötesinden
Şimdi oyalı duruyor sanki balkonunda
-topraklı ve de çakıllı-
gökkuşağı alacasında sardunyaların.
Ve yüreğindeki
saklı gizli
O müthiş yaşama özlemi
Yiyip bitiriyor seni.
Sevin senin geçemediğin denizlerin hesabını
Söylesene
kim vermeli?
Biz,
Sayılı adımları sayısız meskene
-bir bıçağın sıkışması gibi tene-
Acı ve kanla yazılmış bir kırkayak gibiyiz.
Bir dünya hülyasıyla uykuda,
Hakikatte haşerenin ta kendisiyiz.