Tarih 3 Aralık’tı. Yazılamayacak kadar uzakta, hilkata sığamayacak kadar sorgulanması beyhude...

Bir kadın vardı, ölmek istiyordu ama hâlâ oradaydı. Karanlıkların arasındaki o beyaz gölgenin, saf bir küskünlük içinde, o gece de kendi varoluşunu sorguladığı aşikârdı. O gece de zihninin loşluğunda yetiştirdiği acınası hayatı kahrediyordu onu ve gündüzler bu şekilde ona geri gelmiyordu.

Bir kadın vardı, Tanrı’yı göklerde arayanlardan değildi ama hâlâ o en sevdiği satırdaydı.

Saat 3’tü, zaman ölümsüz…

Yabancıların ılık nefesiyle soldurduğu boynuna buzdan imzalar bırakan soğuk yatağa rağmen ayaktaydı hâlâ. Zaman fâni bir silüete bürünmüş, yataktaki kadınla yârenlik içindeydi. Ölüm, aralarındaki tek deccaldi. Yancısı da Matild Manukyan. Konuştukça susturan, sustukça yaşatmayan. Her yılan soğukkanlıydı. Namuslarımız için savaşmayan, arzuları pahasına bizleri cüdada bırakan… Yancısı da Matild Manukyan.

Zamana daha dikkatli baktı kadın. Kirli bedeninin tüm sırları ayyuka çıkınca, zamana iltica edebilecekmiş gibi. Her zamankinden biraz daha fazla düşündü.

Biz, acemi bir ressamın duygularının kasvetiyle kararttığı birer şaheseriz. Lekeli zevahirlerimiz ise yalnızca çıkmaz sokak.”

Bir süre boşlukta durdu. Akrebin titreşimlerine kapıldı fakat yelkovan onu sadece alaya alıyordu. Ayağa kalkarken gıcırdayan yatağı, beşiğini anımsattı.

Yerde kırılan birkaç içki şişesi için annesinden özür diledi içinden ve tam hayatla savaşabilmeyi dilerken, savaş çanını anımsatan kapının zili himmet istercesine çaldı. Kapının ardındaki kişinin kalp atışları, kulaklarını kanatırcasına atıyordu. Her zaman kötü emellere gitmiş olan bedeni, her zaman pâyidâr kalacak bir gerçeğe daha doğru gidiyordu.

Kapı açıldı, işte şimdi tüm bu karamsar gerçeklerin hâsıl olma zamanıydı. Tanık olunan yalnızca bir kadının çaresizce bedenini satması değildi. Kuşların uçamayışıydı; güneşin doğudan batıp, batıdan doğmasıydı.Gözlerimin ise görebildiği tek bir gerçek vardı. O da bir kadının arafta kaldığı her gece, Tanrı’nın gökyüzünü hunharca ağlatmasıydı.