Grand central station.. New York City 1936 sol alt köşesinde böyle yazıyordu, Siyah - beyaz, heybetli binanın fotoğrafı asılıydı kafenin duvarında.Tepedeki ince demirli camlarından ışık huzmesi, gar'ın orta yerindeki yolcuların üzerine vuruyordu. Giden veya dönen farketmez aydinlaniyordu yolcular. Sahne yolcularindi orada.. 


  Güler yüzlü garsonlar ne getirse içerim diye cevap verdim elinde menü ile gelen yüzünde tebessümün esamesi okunmayan yanik tenli delikanlıya. İlk şaşkın bakakaldı. "Ne getirirsen içerim." diye tekrar edince hafiften gülüverdi. Bir müddet sonra tepsisiyle belirdi kafenin üst katına da çıkan merdivenin başında. Kahve fincanı, fincanın kulbuna takılmış taze bir gül ve gözlerinin içinde içten bir gülümseme. Buyrun dedi. "Sizin için en güzeli bu. Ben seçtim.. afiyet olsun."


   Bir yolunu buluyor insan güzel bir an yaratmanın, gülümsedim bende..

Sahneyi geriye doğru sarıp oraya ilk oturduğum ana gitsem ve sıradan bir sipariş ile kahve istesem böyle bir sahne hiç yasanmayacak, delikanli gülmeyecek ve o gül masaya asla gelmeyecekti. 


  Peki ya yolcuların sahnesi. Grand central park.. saniyede 24 kare daha birbiri ardına ekleniyor duvarda asılı duran tabloya, siyah beyaz karaler haraketleniyor.. ve iste tren'in o meşhur sesi.. Yanaştı..telaşlı insanlar ve bavullar gün yüzüne çıktı. kırmızı çantasiyla bir kadın ve yanında bir adam bavulsuz.. Uğurlama vakti. İçine teselli yerleştirilmiş bir kaç cümle, derin bir bakış, senin için en iyisi bu, ben seçtim. ve tren sesi.  


   Bu sahne geri alınsa hiç yasanmasa yada sıradan bir akışta devam etseydi eğer, O son kare, bu kadar canlı olur muydu hayallerde? Son kare acı verse de bir yolunu buluyor insan.


Fatma Esgice