Hristiyan inancına göre en büyük günahlardan biriymiş tembellik. Gün ışığı penceremden usulca girip beni yatağımda ısıttığı bugün nasıl olur da tembellik etmem ki? Beni ısıtıyor; bugüne dek hayatımın soğuk dehlizlerinde yaşama tutunmaya çalışan beni…Annem hep, “artık bir şeyler yapmalısın. Bütün gün yatağında dönüp dolaşmakla eline bir şey geçmez. Kolunda bir bileziğin olsun. Benim şunun şurasında ne kadar ömrüm kaldı? Seni hep koruyup kollayamam ki! Yazık ediyorsun kendine. Kalk! Ne olursun bir şeyler yap artık!” derdi. Peki ben Nisan ayının bu gününde ne yapıyorum? Annemin “kalk artık!” dediği yerde ruhumun, o 21 gram ağırlığın altında eziliyorum. 

Annemin, öğrendiğimden haberi yoktu. Bir gün annemin günlüğünü karıştırırken öğrendiklerim ruhumu daha da sıkıştırdı. Gözümü her kapattığımda ömrümün ve varlığımın bir parçası koptu gitti benliğimden. Günlüğünde yazdığında göre annem, babamla evlenmeden önce anneannem evliliklerine engel olmak istemiş. Sebebinin acısını ben pek çekemedim: O elem sebep, ben doğmadan önce babamı öldüren veremmiş. Annem, anneanneme “beraber atlatacağız anne! Ben Ali’yi çok seviyorum. Sevgi her şeyin ilacı değil miydi? Bunu sen, bana babamın naaşına sarıldığın an gösterdiğin dirayetle kanıtlamadın mı?” diyerek karşı gelmiş. Ölümlerle dolu ailemde fiziken hayatta kalan bir ben varım şimdi. Bir şeyler yapmam lazım. Bu ceset kokan hayatımı, yatağımı ve benliğimi üstümden çıkarmalı ve bahçede yakmalıyım. Küllerini de toprağa gömmeliyim. Ziyaret etmeyeceğim bir mezarı olmalı – gözüme ilişmeyen bir geçmiş. 

Bu Nisan Güneşi! Şimdilerde içimi dağlayan iki güzel sözcük…Bir sevgilim vardı. Sahi nerede şimdi? Çocuklarımız olacaktı. Hayal kuruyorduk. “Kızımız olursa adını Nisan; erkek çocuğumuz olursa adını Güneş koyalım mı? Ne dersin?” diye sormuştu bir gün bana. Günlerden neydi? Hatırlayamadım şimdi. Ama aylardan Nisan’dı herhalde. Nisan mıydı? Tabii ya bir Nisan günüydü. Annemin ölümünden bir gün sonraydı. Sevdiğim adamla, hayatımın aşkı, sevgilim, bir tanem, meleğim, gülen bir çift gözüm diye sevdiğim adamla üçüncü ayımızı yaşıyorduk. Bana o gün kırmızı bir ip vermişti. “Bir inanca göre birbiri için yaratılmış insanların bileklerinde kopmuş bir kırmızı ip vardır. Bu ip diğer ucunu bulduğunda yani diğer ucunun bağlı olduğu başka bir insanı bulduğunda bağlanır ve bir halattan daha kuvvetli bir bağ oluşur o iki insan arasında. Bazıları ruh eşi der, kimileri kalbinin diğer yarısı. Ben, ruhumda olan o kırmızı ipin diğer ucunun sende olduğunu düşünüyorum biriciğim,” demişti o gün; Nisan güneşinin altında. Sahi! O ip nerede şimdi? Dağınık, küf kokan bu odanın neresinde? Benim sevgilime ne oldu peki? İpim? Kırmızı ipimin diğer ucu? Ruh eşim, kalbimin diğer yarısına ne oldu? 

Odayı arasam iyi olur. Temizlemesi uzun sürecek ama olsun. Yatağımdan kalkıp af dilemeliyim. Ama önce ölü geçmişimi bahçede yakıp küllerini gömmekle başlamalı işe. Ayaklarım…Ayaklarım tutmuyor. Nasıl bir uyuşukluk bu tanrım? Yavaş yavaş, emin adımlarla kalkmalı ayağa: Yürümeyi yeni öğrenmiş bir bebek gibi. Merdivenler ne taraftaydı? Sağda mıydı yoksa solda mı? Çıkınca görsem olmaz mı? Kocaman merdivenleri görürüm herhalde. Çakmak? Yakmayacak mıydım? Neyi? Ölü geçmişi! Doğru! Çakmak nerede peki? Nisan güneşi yetmez mi yakmaya? Onun için büyüteç lazım değil mi? Ah! Komşumuzun oğlu, Kerem. Bahçedeki karıncalara etmediğini bırakmadı. Neymiş? Bilimmiş! Yahu Güneş ışığını büyüteçle güçlendirip bahçedeki karınca yuvasını yakmak da nedir? Batsın böyle bilim! Hatta bu ne bilimsizliktir! Çakmak. Çakmak koridordaki dolabın üstündeydi galiba. Gözüm niye görmüyor benim. Büyüteçlere, gözlüğe mi ihtiyaç var artık? Okuma büyüteci…25 yaşında genç bir kadının okuma büyütecine! Aman gözlüğüne ihtiyacı mı olur? Yok. Kerem benim gözüme tutmadı o büyüteci, kör olmadım ben. İşte! Çakmak da burada. 

Merdivenler yeni mi cilalandı? Ahmet Amca bana haber vermeden halletti herhalde. O gün evde miydim? Ustalara çay ikram etseydim keşke! Evdeydim ya nerede olacağım? Hatta yatağımdaydım. Yataktan kalktığım var sanki…Bahçe kapısının anahtarı neredeydi? Yahu kızım ona ne gerek var? Mutfağın balkonundan bahçeye çıkılmıyor mu? Anne? Merdivenlerde durma anne? Bak yeni cilalanmış. Kayıp düşersin. 

Bahçe de amma pislenmiş. Temizlenmesi gerek. Ahmet Amca neredesin yahu! Buraları niye elden geçirmedik? Şu köşe nasıl? Çardak için değil yahu ölü geçmişimi yakmak için? Kızım oraya Necmi Usta çok güzel bir köşe yapacak. Ahmet Amca? Efendim kızım? Dediğimi duymadın mı yahu? Sen gencecik kızsın! Sağırlık mı başladı yoksa? Bu köşede yaksam olmaz mı? Olur kızım olur. Oraya şimdilik bir şey yapmayı düşünmüyoruz. Ama dikkat et! Çok fazla ot var orada. İçinden ne çıkar belli olmaz. Ederim Ahmet Amca. Sağ olasın. Hep beni düşünür bu asker emeklisi de. Zamanında dört sene askerlik yapmış bir babanın oğlu. O yüzden asker emeklisi ya! 

Şu otları iteyim azcık. Burada yakarım geçmişimi. Biriciğim! Kırmızı ipimi buldum. Hayatım! Buldum sonunda. Aşkım! Ben hiçbir yere gitmedim ki! Hep buradaydım, Nisan güneşinin ısıttığı bu toprağın altında.