"Anne anne," diye koşarak geldi, mutfaktaki annesinin yanına.

 

- Kırmızı uçağımı gördün mü?

- Kırmızı uçak mı? Hangi kırmızı uçak?

- Hani var ya anne ya! Babamın doğum günümde aldığı.

- Ha o mu? Anneannende kaldı o. Son gittiğimizde unuttuk orada.

- Ya anne ya! İnanamıyorum, nasıl unutursun?

- Ben unutmadım, sen unuttun. Sana demiyor muyum gittiğin yerde hiçbir şeyini unutma diye...

- Off anne ya. N'olacak şimdi?

- Bir şey olmayacak. Akşam zaten anneannenlere gideceğiz yemeğe. Akşama kadar sabredeceksin.

- Of ya offf!

 

07.30 alarmı ile uyanmıştı.


Garip bir rüyaydı ama tebessümle uyandı. Rüyasında anne olduğunu görmesi, doğmamış oğlu ile tanışması, hatta oğlunun kırmızı uçak ısrarı, henüz evli bile değilken rüyasında anne olmayı tecrübe edinmesi...

 

Güne pozitif başlamasını sağlayan bu rüyayı hemen annesine anlatması gerektiğini düşünerek yataktan kalktı.

 

Telefonunda Mustafa'dan gelen bir mesaj vardı. Mustafa, o gün gireceği iş görüşmesi öncesinde kendisine dua etmesini istediği bir mesaj göndermişti. Mustafa ile tam olarak ne olduklarını bilmiyordu. Yaklaşık 2 yıl önce okulda tanışmışlar, gel zaman git zaman arkadaşlıkları derinleşmişti. Ama bu arkadaşlığın adını tam olarak koymak Ceyda için pek mümkün değildi. Duygusal bir ilişkiye evrilecek kadar yoğun hisleri yoktu Mustafa'ya karşı. Hem zaten Mustafa'nın da böyle bir ilişki düşündüğünü sanmıyordu. Arkadaşlığın bir üstü, sevgililiğin bir altı bir ilişkiydi işte. Hem zaten şimdilerde bir ilişki yaşamaya hazır da değildi, gerek de yoktu. Tek amacı 1 yıldır hazırlandığı sınavdan iyi bir puan alıp kamuda işe girmekti.


Mustafa'nın mesajına onun heyecanını paylaştığını ve dualarının onunla olduğunu belirtir bir mesajla karşılık verip kahvaltıyı hazırlayan annesinin yanına gitti. Annesine rüyasını kahvaltılarını yaparlarken anlatırken annesi kızının yüzündeki gülümsemeye bakarak "Anne olmak sana çok yakışacak canım kızım," dedi. Annesinin bu öngörüsü Ceyda'yı hem gülümsetmişti hem de biraz utandırmıştı. "Aman be anne," dedi Ceyda. "Anneliğe gelene kadar..."

 

Rutin bir gün başlıyordu işte. Kursa gitmek için kahvaltı sofrasından kalktı. Bir çırpıda hazırlanıp evden çıktı.

 

Kurs binası eski bir apartmandan bozma, 3 katlı, giriş katı öğrenci kayıt ve idari ofisler şeklinde tasarlanmış, diğer iki katı ise Kamu Personeli Seçme Sınavı başta olmak üzere diğer meslek sınavlarına ayrılmıştı. Sınıfı 21 kişilikti. Hemen hemen aynı yaşlarda 21 genç, kendileri için mutlu bir gelecek çizmeye çalışıyordu bu kursta. Ders başlamadan önce geçen hafta sonu yapılan deneme sonuçlarının asılı olduğu panoda kendi adını aradı. Sonuç çok güzeldi. Çalışmalarının karşılığını aldığını görmek onu daha da motive ediyordu. İçindeki sevinç ile sınıfın yolunu tuttu.

 

O gün günlerden çarşambaydı ve çarşambaları kurs saat 15.00'te bitiyordu. Kurs sonrası için aklında bir plan olmasa da denemeden aldığı güzel sonuçtan ötürü kendisini şımartmak için ne zamandır almayı düşündüğü ayakkabıyı alabileceğini düşündü. Babasından aldığı harçlıkları, sadece kursa gelip giderken yol masrafı ve öğle aralarında yediği tost, sandviç gibi şeylere harcadığı için cebindeki para, o ayakkabıyı almaya hayli hayli yeterdi. Sonra bunun pek iyi bir fikir olmadığını düşündü. Kendisini daha ekonomik bir şekilde şımartmalıydı, bunun için de doğru adres evlerinin hemen yan sokağındaki pastanenin profiterolleriydi.

 

Öğle arası olduğunda, sınıftan arkadaşı Derya ve Melek ile kursun kantinine çıktılar. Kantin, binanın teras katındaydı. Bina, şehir merkezinde bir ana cadde üzerindeydi. Terastan şehirdeki koşuşturma izlenebiliyor, araçların kornaları bu koşuşturmaya bir fon müziği oluyordu.

Telefonu eline alıp Mustafa'yı aradı. Görüşme saati yaklaşmıştı ve Mustafa'nın sesini duymak, heyecanına ortak olmak istiyordu. Mustafa hazırlanmış ve yaklaşık 1 saat sonra gerçekleştireceği iş görüşmesine zamanında gitmek için evden çıkmıştı. Ceyda'nın sesini duymak ona iyi gelmişti. Hazır Ceyda'nın kursu da erken biteceği için kurs bitiminde buluşmaya karar verdiler.


***


(Ceyda, Mustafa'yı telefonla arıyor.)

 

- Nerede kaldın, ağaç oldum burada...

- Geldim geldim!

 

Mustafa, yüzünde kocaman bir gülümse, kendinden emin bir yürüyüş ve rahatlamış bir hâlde sözleştikleri parka geldi.

Ceyda'nın elinde kurstan notlar vardı ve onlara göz gezdiriyordu. Mustafa'nın geldiğini fark etmemişti ki Mustafa, bir hışımla Ceyda'nın elindeki notları alıverdi.

 

- Yeter be kızım, burada da mı ders?

 

- Mustafa beyimizi beklerken boş durmayayım dedim.

 

- Bey ya... Bey tabii. Başka ne olacak? Ben artık yoğun bir insanım Ceyda Hanım, alışacaksınız.

 

- Aaa, oldu mu yoksa iş? Aldılar mı seni?

 

"Yoo," dedi Mustafa. "Sadece görüştük. Ama alacaklar eminim. Bu iş benim, kesin hem de."

 

"Allah Allah," dedi Ceyda. "Nereden biliyorsun? Çok mu iyi geçti görüşme?"

 

- Görüşme fena değildi de... Olay başka... Benim torpilim var.

 

- Torpil mi? Hiç yakıştıramadım.

 

- Ya öyle değil be kızım. Gece bir rüya gördüm. Kesin bu iş olacak, ona yordum.

 

- Aaa, rüya mı? Ne rüyası... Ben de çok değişik bir rüya gördüm gece... Çok eğlenceliydi.

 

- Hadi ya... Anlatsana...

 

- Yok yok önce sen anlat. Nasılmış, neymiş bu rüya, kimmiş senin torpilin?

 

"Oğlum... Oğlum," dedi Mustafa.

 

Ceyda şaşkın bir hâlde "Oğlun mu?" dedi.


"Evet," dedi Mustafa. "Gece rüyamda oğlumu gördüm. Ona kırmızı bir uçak alıyordum. Hem de doğum gününde. Nasıl da sevindi kerata. Rüyamda baba olduğuma göre, bu iş kesin olarak benim. Rüyamın tabiri bence bu."

 

Ceyda, şaşkın bir şekilde gülümsedi.


- Demek oğlun...

 

"Evet," dedi Mustafa... "Yakışıklım benim. Afacanım. Eee, senin rüyan nasıldı peki?"


...