Çok uzun zamandır yağmur yağmamış bu yüzden bu bereketli topraklar kurumuş, bir zamanlar zengin olan bu köy neredeyse çöle dönmüş ve fakirleşmişti. Ekinler yetişmiyor, köyde hayvanlar ve insanlar yeteri kadar beslenemiyordu. 


Dindar olanlar Tanrı'ya dua etmeye, olmayanlar ise küfürler etmeye çoktan başlamıştı. 


Bir gün köye uzak yoldan geldiği, üstündeki kırmızı elbisenin kirliliğinden çok yüzünün yorgunluğundan belli olan bir adam geldi. Yorgun olmasına rağmen yürürken dimdik yürüyor ve kayıtsız gözlerle etrafını inceliyordu. Köyün içine kadar girince oldukça yaşlı bir kadının önünde durdu, kayıtsız bakışları devam ediyordu. Yaşlı kadın başını yavaş yavaş kaldırıp adamın gözlerine baktı. Adam oldukça olgun bir sesle sadece “Yağmur yağdırmayı biliyorum.” dedi ve köyün tepesine doğru yürümeye devam etti. Kadın şaşkınlık içinde bir süre adamın ağır adımlarla yürüyüşünü izledi.


***


Yaşlı kadın köyün ileri gelenlerinden bir adamın annesiydi. Oğluna bu garip adamı anlattı. Adam olanları duyunca heyecan içinde “Bu Tanrı’nın gönderdiği bir elçi olmalı.” diyerek dışarı fırladı. İnsanlara kırmızı elbiseli bir adam görüp görmediklerini sordu, onu köyün tepesine doğru giderken gördüklerini söylediler. Adam, tepeye doğru koşmaya başladı.


*** 


Kırmızı elbiseli adam arkası dönük şekilde manzarayı izliyordu. Güneş batarken bu alabildiğine geniş ovalarda bir renk kararsızlığı olurdu hep. Sol taraf gece gibi görünürken sağ taraf hâlâ akşam hissi verirdi. Gecenin koyuluğundan akşamın loş ışıklarına doğru bir renk akışı. Kararsız bir gökyüzü.


Yaşlı kadının oğlu, adamın yakınına gelince soluk soluğa kalmıştı. Birkaç hızlı nefes alışverişi ile soluğunu kontrol altına almaya çalıştı ve sordu:


— O sen misin?


— Evet benim, dedi adam. 



Sesi yine aynı kararlı tondaydı. Ne kalın ne ince, ne bağırıyor ne de kısık sesle konuşuyordu. Yaşlı kadının oğlu:



— Lütfen ey yüce insan, bizim için Tanrı’ya dua et. Dua et de yağmur yağsın, görüyorsun topraklarımız ne hale geldi. Ekip-biçemez olduk. Açlık içindeyiz. İşte dualarımız kabul oldu ve Tanrı bize seni gönderdi. Haydi dua et ona.


— Tanrı’nın sizden bir isteği var.


— Nedir o istek?


— Birbiriniz hakkında kötü bir şey düşünmeyeceksiniz.


— Kabul! Zaten burada herkes birbirini sever. Yeter ki yağmur yağsın o zaman daha çok sever.


— Benim de sizden bir isteğim var.


— Nedir ey yüce insan?


— Her renk elbise giyebilirsiniz. Yalnız kırmızı, yasak!


— Kırmızı yasak mı? 


— Evet. Kırmızı, yasak.


— Kabul. Yeter ki yağmurlar eskisi gibi yağsın.


— O zaman halkını topla, şartları onlara anlat. Üç gün sonra, üçüncü şimşek çaktığı zaman buraya gelin.



Yaşlı kadının oğlunun söyleyeceği çok şey vardı fakat söyleyemedi. Koşarak köyüne döndü.



***


Birinci gün Tanrı’ya inancı olmayanlar kahkahalar atarak onunla alay ettiler. Gelen adamın bir yalancı olduğunu söylediler. Bu sırada gökyüzünde gri bulutlar oluşmaya başlamıştı.


İkinci gün gri bulutlar epey arttı, neredeyse gökyüzünün yarısını kapladılar. Günün sonunda inançlı insanların hepsi yaşlı kadının oğluna inanmış olduklarını ve ertesi gün tepeye gideceklerini söylediler. İnançsızlar arasında da ayrılıklar oluşmuş, bir kısım “denemekten ne zarar gelir” fikrini benimsemeye başlamışlardı. 


İkinci günün gecesinden üçüncü günün sabahına kadar toplantılar yapılmış, inançsızlar arasında direnenlerin sayısı bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar azalmıştı. Gökyüzünde giderek artan kara bulutlar insanların aklını çeliyor ve onlara umut veriyordu. Birinci şimşek bu gece çakmıştı.


Üçüncü günün öğleninde gökyüzü tamamen kara bulutlar ile kaplanmış, güneş ışınları yeryüzüne inemez olmuştu. İnsanlar ikinci şimşeği de görmüşlerdi.


Akşam olduğunda bütün köy halkı tepeye gitmek için kararını vermiş ve hazır bekliyorlardı. Hep birlikte üçüncü şimşeği beklediler. Önce köpekler uzun uzun havladılar, tavuklar sebepsiz yere kaçışmaya başladılar. Derken üçüncü şimşek çaktı fakat öyle şiddetliydi ki köyün en yaşlıları bile hayatları boyunca böyle şiddetli bir gök gürültüsü duymamışlardı. Yer titremiş, şimşeğin ışığı bütün yeryüzünü bir saniyeliğine gündüze çevirmişti.


Yaşlı kadının oğlu en önde, arkasında inançlı olanlar ve en arkada da inançsızlar ile yaşlılar hep beraber tepeye yürüdüler.


Tepeye geldiklerinde kırmızı elbiseli adam hazır bekliyordu. Elinde asasıyla dimdik duruyordu. İnsanların ilk fark ettiği şey bu sefer elbisesinin tertemiz olmasıydı.


Herkes mırıldanmayı bırakıp ortalık tamamen sessizleşince kırmızılı adam konuşmaya başladı.


— Tanrı’nın şartını kabul ettiniz mi?


Hep birlikte “Ettik.” dediler.


— Benim şartımı kabul ettiniz mi?


Buna da aynı şekilde aynı cevabı verdiler. Sonra adam asasını kaldırdı ve yere vurdu.



***


Gökyüzünde yağmur dolu bulutlar birden emir almış askerler gibi içlerinde tuttukları su damlacıklarını bıraktılar. Yeryüzüne doğru inen bu damlacıklar gittikçe hızlandılar, hızlandılar… Henüz birkaç tanesi yeryüzüne çok yaklaşmış, kuru toprağı ve tepedeki insanları ıslatmak üzereydi ki içlerinden birisi “Keşke bu inançsızlar gelmeseydi, şimdi her şeyi berbat edecekler.” diye düşündü.


Birkaç yağmur damlası yeryüzüne düştü ve yağmur kesildi.


***


Köy halkı ne olduğunu anlayamamıştı. Önce şaşkın şaşkın birbirlerine baktılar. Sonra kırmızılı adama baktılar. Ve akıllarına şartlar geldi. Her biri diğerlerini kontrol etti, içlerinde kırmızı giyen kimse yoktu. Demek ki birisi bir başkası için kötü bir şey düşünmüştü. Bu sefer herkes kızgınlıkla baktı birbirine.


Kırmızılı adam yeniden asasını kaldırdı ve yeniden yere vurdu. Bulutlar aynı emri alarak yine içlerindeki su damlacıklarını bıraktılar. Damlacıklar hızlanarak yeryüzüne doğru inmeye başladı. Tam yaklaşmışlardı ki içlerinden birisi karşısında duran dul bir kadına baktı ve içinden “Herkes doğru düzgün yemek yiyemediği için çok zayıfladı ama bu kadın hâlâ olduğu gibi. Bence para kazanmak için fahişelik yapmaya başladı.” diye düşündü. 


Birkaç yağmur damlası yeryüzüne düştü ve yağmur kesildi.


***


Bu durum tepeden toplanan her insanın bir diğeri için kötü düşüncelerini tamamen terk edene kadar sürüp gitti. O gece herkes içindeki kötü düşüncelerle yüzleşmiş ve ne kadar olumsuz şeylerle kendilerini kirlettiklerini fark etmişlerdi. Yağmur bir türlü yağamamış, insanlar ayakta durmaktan yorgun düşmüş fakat kirli beyinlerini temizledikleri için mutlu hissetmeye başlamışlardı. Dahası içlerindeki her biri günahları ve yanlışları için bağışlanma diliyor, bunun için gönülden dualar ediyordu.


Kırmızı elbiseli adam halka seslendi:


"Ey insanlar! Tanrı size bir ders verdi. Hepiniz manevi kirlerinizden arındınız. Fakat bu son şansınız. Asam yere değdiği zaman ben gitmiş olacağım."


İnsanlar merak içinde gözlerini açıp adamı ve olacakları izlediler. Kırmızılı adam asasını havaya kaldırdı. Sonra yere vurdu. Bardaktan boşalırcasına bir yağmur başladı. Nihayet toprak suyla buluşmuştu. Tepedeki insanlar sırılsıklam oluyorlardı. Kırmızılı adam gözden kaybolmuştu. Köy halkı evlerine gitmek için koşmaya başlamışlardı. Yüksek sesle Tanrı’larına şükranlarını dile getiriyorlardı. En arkada kalanlardan birisi şöyle düşündü:


Tanrı’nın bizi böyle bir sınava tutması ve bizden bunu istemeni anlıyorum. Bu güzel bir dersti. Fakat bu adamın kırmızıyı yasaklaması bence tam bir saçmalıktı...”




01.08.2020 - 21:50