Kırmızı fiyonklu parlak babetleri, küt saçları, üzerine birkaç beden büyük alınmış tişörtü ve pembe şortuyla salıncakların tozunu attıran çocuk. Tek derdi rüzgarla ivme kazanıp daha yukarıya sallanmak, kumda oynamak aheste aheste. Bir yandan da üzeri kirlenecek diye korkmak. Bilemez ki binbir çeşit dikenli yolları. Aynada iki kulak saçının eşitsizliği bozuyordu moralini. Gün battı, yeni gün aydı. Kapıya çıkacaktı ki yüz düştü, göz doldu; kırmızı babetleri çalınmıştı. Bir günü olmuştu sadece. Hevesi yarım kaldı, heyecanı yerini üzüntüye bıraktı. Bir daha alır mıydı babası; yoksa sahip çıkmamak mıydı cezası? Yavaş yavaş öğreniyordu; değer verilen şeyin yitirilmesi ne olursa olsun bir kayıptı. Çocuk için de büyük için de. Fakat kendiliğinden yok olan, elden gelmeyen şey ise nasipti. Bunlar senelerce değişmeyecek aksine hep pekişecekti. Öyle de oldu...