Yol azgın arabaların parlak dişleriyle uzuyordu. Güneşte acımasız mı acımasız bulutları yemiş krallığını yeryüzüne ilan etmişti. Ağustos böcekleri her yerdeydi. Çır çır ötüp kafa ütülüyordu.


İhtiyar kirpi gözünü kıstı. Dikenleri güneşe doğrulmuş kafası eğik, kırmızı burunu rüzgarı yaran arabaların hızının kestirmeye çalışıyordu. Karşı yol o kadar da uzakta değil gibi dursa da nice dostuna mezar olduğunu biliyordu. Acımasızca ezilen kemikler, etrafa savrulan beyaz uçlu kirpilerin dikenlerini kimse fark etmiyordu bile.


Dikkatli olmalıydı. Hem de çok.


Yanı başında bir kirpi belirdi; uzun ve genişti, genç olduğunu gururla göstermekten geri durmayan kırmızı burnu dikikdi. Gözlerinde biraz alaycı ve meydan okuma vardı ihtiyar kirpiye.


Sonra hiç bir şey demeden alev gibi yanan asfalta bıraktı kendini. Arabalar arı misali geçerken ihtiyar şaşkınlıkla baka kaldı. Genç kirpi hiç hızını kesmeden kırmızı arabanın altından geçti. İhtiyar bir an çığlığını duyacak sandı ama araba ona dokunmadan geçip gitmişti. Daha yolun başında olmasına rağmen ve üstünden tırlar geçmesine rağmen hiç bir renkli araba dikenlerine dokunmadan ardında bıraktı genç kirpiyi.


İhtiyarın kalbi deli gibi çarpıyordu. Yolu yarılamıştı düşüncesiz kirpi. Bir kez bile durmadan yürümeye devam ederken arkasına bile bakmamıştı. Fazla yaşamaz diye diye düşündü ihtiyar kirpi.


Güneş biraz daha batıya kaydığında genç kirpi karşıya geçmişti. İhtiyar görünmeyen bir tanrının parmakları bu işte olduğunu varsaydı. Hayatı boyunca hep dikkatli ve adımlarını ölçer olmuştu; köpeklerin azgın dişlerinden kedilerin meraklı patilerinden ve çakalların kurnaz burnundan hep kaça gelmişti. Ondan yaşı fazlaydı ya. Zamanı bekleyip değerlendirerek hareket eden bir bilgelikti onun yıllara mal olan.


Ama şimdi genç tilkiye baktığında içinde deli bir kızgınlık alev aldığını hissediyordu. Karşıya geçmiş geriye dönüp alaylı bir bakış fırlatıp sıcak topraklara adımını atıp gözden kaybolmuştu.


Neden kızgın olduğunu bilmiyordu. Bu kızgınlıkla sağlıklı karar veremem diye hemen kendini bir çalılıklara attı, dikenleri vardı diplerde, işlemez bana diye sokuldu.


Yüreğinde yakan bir kızgınlık vardı. Hayır, oyuna getirilmiş bir tavşanın gözleri büyüdüğünde ve kalbi deli gibi atıp sonun yaklaştığını hissettiğinde yaşadığı bir dargınlık vardı. O genç kirpinin yarattığı şey tüm ilkelerini çöpe atıp bundan zarar görmeden gitmesine, geriye dönüp alaycı bakışlarına katlanamamıştı. Yüreğini yakıyordu bu.


Hep kaçmıştı yaşlı kirpi. İnsanlardan uzak durulması gerektiğini biliyordu. Onların yiyeceklerinin ne kadar leziz olduğunu ve çalmaya giden süreye hayır deyip tatsız tuzsuz şeyleri kemirdiğini hatırladı. Yeni biçilmiş tarlada filizlenen bitkilerin köklerini hiç yemedi, yılan çıkar korkusu vardı. Bilmediği yollara hiç adım atmadı, kartalların pençeleri tepinir üstümde diye.


Şimdi kırgındı. Gökyüzünde bulutlar toplaşmış güneşi örtmüştü, ağustos böceklerine katılan kurbağa viyaklamaları vadiyi sarmış, tepede öten şahinler süzülmeye koyulmuştu; zarif bir rüzgar kol geziyordu etrafta, ucan çalılıklar asfaltı yalayıp arabalara dokunmadan yollarına devam ediyorlardı. Renkli arabalar, parlak ve olağanca hızıyla hep bir yerlere varma derdi içinde batının yolunu gözlüyorlardı.


Yaşlı kirpi o küçük kalbinde büyüyen korkunun yokluğunda ilk defa etrafın farkındaydı. Yaşayan ve nefes alanı çalmıştı kendinden. Kızgınlığı muhteşemken düşüncelerinde boğulan aptallığı vücudunu yakıyordu. Dikenleri kabardı. Dikenlerini kendine batırmak istedi.


Sonda yola koyuldu; küçük ayaklarını hiç olmadığı kadar hızlı ve patavatsızca atıyordu; gözlerinde yaşlar vardı. Burnu sulak.


Asfalta attığı ilk adımıyla yanma hissi yükseldi tepesine. Arabalar akıyordu, umursamaz bir iştahla ileri, hep ileri gidiyorlardı. Kirpi ilerledi. Bir araba yaklaşıyordu, gözleri o yana bakmıyordu bile ama sesini duyuyordu. Bir şahin çığlık attı, etrafta bir tavşanın korku dolu adımları hızlandı. Kirpi inatla devam etti. Arabanın altında yüzünü yıkayan rüzgar kendisini geride bırakıp yoluna devam etti.


Ölmemişti.


Vücudun saran bir sevinç dalgası, cesaretin verdiği taze bir nefes vardı soluğunda. Daha önce tatmadığı bir şey.


Bir araba daha yaklaştı ve kıl payı yanından geçti.


Diğer araba da öyle ve diğeri de. Kimse onun farkında değildi bile. Küçük dünyasına sığdırdığı korkularının ne kadar aptalca olduğunun farkındaydı artık.


Yolun ucu gözükmüştü, sarı boyalar ardındaydı artık. Sonra yüksek bir müzik duyuldu araba tekerliği duyulmadan önce; tüm vadiyi dolduruyordu, yüksek ve pek yüksekti sesi. Kirpi umursamadı, içinde fışkıran bir sevinç ve yaşam vardı. Onuna ne yapacağını bilmeye dursun korkmuyordu da artık. Bir adım daha attı.


Araba yaklaştı. Rengi sarıydı. Üstü açık, müzik her yeri doldurmuşçasına, varlığını herkese kanıtlamak istercesine ilerliyordu.


Yaklaştı.


Kirpi karşıdaki çimenliğin gölgesini görebiliyordu. Gülümsedi.


Araba yaklaştı ve bir sarsıntı hissetti.


“O da neydi?” Dedi saçlarını mora boyamış genç kız arkadan.


Arabayı süren güneş gözlüklü delikanlı omuz silkti. “bilmem ki.”


Yan koltukta oturan çocuk müziğin sesini kısmıştı araba frene basmamıştı bile. Ardında baktı. “Bir şeyi ezdiğimizden eminim dedi.” Gözlerini kıstı ve iyice baktı.


Yerde kırmızılık içinde bir şey gördüğünü düşündü. Pek iyi seçemiyordu, zira araba tüm gaz yoluna devam ediyordu. Bir kirpi galiba diye sayıkladı sonra kirpilerin bu kadar aptal olamayacağına karar kılıp bir taş olduğunu düşündü.


Hava çok sıcaktı.


Tekrar şarkının sesini açtı.


Sarı araba tam gaz yoluna devam etti.