O güne dair sadece tek bir şeyi hatırlıyorum. Oduncuya odun almaya giden çocuğun, oduncunun kamerasına nasıl ilgiyle baktığını.



-Ne arıyon len burda?

-Hiiç. Odun almaya gönderdi babam.

-Kaç çuval.

-Bir.

-İyi. Al şu dışardakilerden.

-İyi de bunlar ıslak.

-Nolmuş?

-Islak odun yanmaz ki.



Başını kameradan kaldırıp camdan çocuğa baktı oduncu. Çocuk üstü ıslak, lastikleri çamurlu bekliyordu. Oduncu vaktini çaldığı için çocuğa kızmayacaktı. Çok gürültülü bir gök gürlemesiyle yağmurun geleceği kesinleşti.



-Al bakalım. Sırtında mı götürücen?

-Evet.



Oduncu, çocuğun lastiklerine bir daha baktı.



-Babam dedi ki, veresiye yazcakmışsın.

-Hesap kabardı iyice. Söyle babana.



Çocuk çuvalı sırtlanıp ağır ağır yürümeye başladı. Birkaç kez sırtında oynattı çuvalı çocuk. Rahat etmek için. Oduncu tiksindi bu görüntüden. ''Bırakıcam bu işi'' dedi. ''Gidicem buralardan. Batsın veresiyesi de, almıyorum!''



Oduncu, yeni aldığı kamerasıyla oynamaya devam etti. Küçük çocuk da bir çuval odunu eve götürdü. Sobayı yaktı. Hayvanlarına yem verdi. Köpeğiyle oynadı. Mahalle maçı yaptılar. Ödevlerini yaptı ve nihayet başını yastığa koydu. O an, aklına oduncunun kamerası düştü. Birdenbire heyecanlandı. Ne işe yarıyordu acaba? Bir oduncu, onunla video çekip ne yapabilirdi ki? Oduncuyla konuşacaktı ama oraya gitmesi için evdeki odunların bitmesi gerekiyordu. Oduncu biraz ters adamdı.



İki gün sonra okuldan geldiğinde oduncuyu evinin bahçesinden çıkarken gördü. Bu kez odunu kendisi getirmişti. Nefes nefeseydi. Babası çocuğu görünce çuvalı yukarı çıkarıp sobaya biraz odun atmasını, sonra da üzerini değiştirip hayvanlara bakmasını söyledi. Oduncu da çuvalı bırakıp ''Allahaısmarladık'' deyip çıktı gitti. Bu genç oğlanın içini iyice bir merak saldı. Biraz da öfkeliydi ama neye olduğunu bilmiyordu. Tüm o işleri yapana kadar bildiği bütün küfürleri etti, kime ettiğini bilmiyordu. Ödevlerini de yapmadı o gün. Direk yatağa geçti. Yarın okuldan sonra Oduncunun yanına gitmeyi düşündü.



Ertesi gün oldu. Okulda zaman geçmek bilmedi. Son derse girmedi o gün. Oduncunun kulübesinde aldı soluğu. Oduncu kamerayı masanın üstüne koymuş, sigara içiyordu. Kulübeye girdi çocuk. Fakat ne diyeceğini bilemedi.



-Odun mu lazım?

-Şey.. Hayır.

-Ne geldin len o zaman?

-O masanın üstündeki ne?

-Kamera.

-Ne işe yarar?

-Video ve fotoğraf çeker.

-Sende ne arıyo ki o?

-Ne diyon len?

-Bir oduncu napsın video ve fotoğraf çekip?

-Bana bak len, benim canımı sıkma kaybol burdan. Veled.



Üzgün ve öfkeli bir şekilde kulübeden çıktı çocuk. Bir türlü rahatlayamıyor, içi içini yiyordu. İçinden ''Boşver. Ne yaparsa yapar. Sanane.'' diyordu. Ama kendini dizginleyemiyordu. O kamerayı istiyordu. Bir yolunu bulacak, gerekirse çalacaktı.



Evde, sobayı yakarken, hayvanlara yem verirken, ödev yaparken, gece yatarken hep o kamerayı düşündü, onu nasıl elde edebileceğini. Dile getirmekten korktuğu şeyi mi yapacaktı? Başka şansı yoktu. O cimri oduncu hayatta vermezdi kamerayı. Babası da alamazdı. Çalacaktı. Başka olanak yoktu. Uygun anı kollayıp, içeri girip kamerayı alacak ve kaçacaktı. Sonrasında ne olduğu önemli değildi.



Okuldan çıkar çıkmaz kimseye takılmadan kulübenin yolunu tuttu. İki saat boyunca uzaktan kulübeyi göz hapsine aldı. Oduncu kulübeden çıkmıyordu. Acaba içerde değil miydi? Tam bakmaya kalkıştığı anda kulübeye bir adam yanaştı. Kulübenin camına vurdu. Oduncu çıktı dışarı. Tokalaştılar. Kulübenin arkasındaki büyük garaja geçtiler. Tam zamanıydı. Çocuk yavaşça kulübeye yanaştı. İçeri girmeden etrafı kolaçan etti. Kimse yoktu etrafta. Ok gibiydi. İçeri girdi, kamerayı aldı ve çıktı. Dalağı patlayana kadar koştu. Yeterince uzaklaşınca kamerayı çantasına koydu. Kendini yolun kenarındaki çimlerin üzerine attı. Gökyüzüne bakıp zaferini kutluyordu. Bu iş bu kadardı.



Eve geldi. Her zaman ki gibi sobayı yaktı ve hayvanlara yem vermeye gitti. Giderken yanına kamerasını da aldı. Artık onundu. Kamerayı hayvanları tam karşıdan gören bir yerde bir taşın üstüne koydu ve video kaydını açtı. Hayvanlara yem vermeye başladı. Onları biraz sevdi. Kameranın önünde fazlaca durmak istiyordu. Bir süre daha durduktan sonra kadrajdan çıktı. Çektiği videoyu izlemeye koyuldu. Muhteşemdi. Bu sinematik havada akan zaman ona feci güzel göründü. Bu kamerayla neler yapabileceğini düşündükçe sevinçten gözleri doluyordu.



Maalesef bu sevinci çok uzun sürmedi. Hevesinin kursağında kalışının ilk ve en acılı ânı yaklaşıyordu. Uzaktan babası, oduncu ve bir zabıta memuru göründü. Çocuk kamerayı kapatıp onların gelmesini bekledi. Diğer ikisi uzaktan onları izledi. Babası çocuğa yaklaşıp kamerayı elinden aldı. Hayvanlara yem verip vermediğini sordu. Vermişti. Videoya da çekmişti. Babası eve gitmesini söyledi. Çocuk eve gitti. Babası kamerayı biraz inceledikten sonra oduncuya verdi. Diğer ikisine de artık gidebileceklerini, bir sorun kalmadığını söyledi. Biraz bozuldular. Sonra da gittiler. O da hayvanların yanına doğru yürüdü. Epeydir hayvanlarla ilgilenmiyordu.



Babası eve geldiğinde bu konuyu hiç açmadı. Hayvanların bakımıyla alâkalı tembihlerde bulundu ve odasına çekildi. Hiçbir şey hissetmiyordu çocuk. Büyük bir badire atlatmış gibi huzurla uyudu o gece. İki gün sonra yine okul çıkışı arkadaşının evine giderken kulübenin önünden geçiyorlardı. Kulübe bomboştu. İçinde hiçbir şey yoktu. Arkadaki garajda odun yığınları da yoktu. Sadece yerde birkaç boş çuval vardı. Oduncuya borçlarını ödememişlerdi henüz. Almadan gitmişti. Kamerayı da yanında götürmüştü. Belki de artık oduncu değildi. Kullanabilirdi o kamerayı. Küçük çocuk, o yaşında bir ihtimâlin aniden, bir mucize gibi hayatına girip, birdenbire, onu yüzüstü bırakır gibi yok olduğunu anlayamamıştı tabi. Ufak bir haylazlık anısı olarak kalacaktı bu. Babasına da onu cezalandırmadığı için minnet duyacaktı.