Üç kış önceydi. Çalışmaktan bunalıp yağan karı izlemek için pencereye çıktığımda gördüm onu ilk kez. Soğuktan, karanlıktan, sokağın ıssızlığından haberi yokmuş gibiydi. Sokak lambalarının sarı ışığının aydınlattığı devasa ağaçların arasında taze karda ayak izlerini bırakan bir peri. Ayak izlerini görmemiş olsam uçtuğuna inanacaktım. Öyle zarifti ki yürüyüşü sanki ondan başka kimsenin duymadığı bir müzikte dans ediyordu. Pembe şapkasının altından çıkan simsiyah saçları olmasa kardan ayırt edemeyeceğim bembeyaz bir yüzü vardı. Bakakalmıştım. Kısacık bir an onun da bana baktığını düşündüm.

Ertesi gün aynı saatlerde kendimi pencerenin önünde buldum. Dakikalar geçerken anlamlandıramadığım bir heyecan kaplıyordu içimi. Kimdi bu kız? Buralarda mı oturuyordu yoksa birine mi gelmişti? Gelmeyeceği ihtimaliyle kalbim sancıyordu. Ben tüm bu sorularla cebelleşirken ağaçlı yolun ucunda belirdi. Yine öyle dans eder gibi yürüyordu. Yüzünü görmesem bile yürüyüşünden anlardım o olduğunu. Penceremin önünden geçti dans ederek ve gözden kayboldu.

Bu şekilde onu bekleyerek bir hafta geçirdim. Sabah kalktığım andan onu görene kadar geçirdiğim her an boşa harcanıyor, yaptığım her iş angaryaymış gibi geliyordu. İşten gelip zoraki yemeğimi yiyor kimi zaman kahvemle kimi zaman şarabımla pencerenin önünde onu bekliyordum. Onun da bana baktığı yanılgısına ise bir daha düşmemiştim. Nasıl biri olduğunu anlamamı sağlayacak en ufak bir ipucu vermiyordu bana. Elinde taşıdığı büyük çizim çantası mimar olduğu izlenimini vermişti bana. Belki bir ressamdı, belki resim öğretmeniydi. Belki de sadece resim çizmekten hoşlanıyordu. Bilmiyordum. Her gün farklı bir şapka takıyordu. Bu şapkalardan o günkü ruh halini tahmin etmeye çalıştığım ufak bir oyun uydurmuştum. Renklerin anlamlarına dayanan saçma bir oyun. Şapkası maviyse mutsuz olduğunu varsayıyordum kırmızıysa tutkulu. Bir yandan da bunların doğru olmadığını ve o gün hangi şapka hoşuna gittiyse onu taktığını düşünüyordum. Üzerindeki kıyafetlere bu kadar anlam yükleyen biri olmaması da muhtemeldi.

Altıncı gün sokağın sonunda kaybolduğunda ertesi gün onunla konuşmaya karar vermiştim. Bütün gece ve yedinci günün tamamında ne söylemem gerektiğini düşündüm. Merhaba mı diyecektim? Neden gece dışarıda bekliyordum? Kimdim ben ve neden onunla konuşuyordum? Acaba ürkütücü mü olurdu onunla konuşmaya çalışmam? Belki de işte bir gün izin alıp nereden geldiğini çözmeli ve bir rastlantı ayarlamalıydım. Evet bu sefer gerçekten ürkütücü oluyordum. Tüm gün ona ilk ne söylemem gerektiğini düşünmüş ama hiçbir cümleyi yeterli bulmamıştım. Kutlu buluşmamız yaklaştıkça telaşım arttı. Gelmesine bir saat kala hazırlanmaya başladım. Pijamalarımla evden çıkmak normal bir günde yapmayacağım şey değildi de bugün olmazdı. Güzel bir kot çektim, montumu giydim. Omuzlarıma düşen saçlarımın üzerine onunkilere hiç benzemeyen şapkalarımdan birini geçirdim. Hazırdım işte tek yapmam gereken evden çıkıp karşıdaki bankta onu beklemekti. Sırtıma kocaman bir yorgan alıp kapalı pencerenin arkasından onu sadece izlememi söyleyen o sesi susturup çıktım.

Gelmesine daha en az on dakika vardı. Bankı kardan temizleyip oturdum. Gözlerimi sokağın başına dikmiştim ki bu görüntümün biraz garip olduğuna karar verdim. Gelmesi gereken tarafa ara ara gözümün ucuyla bakmaya başladım. Saniyeler dakikalara tamamlanmamakta ne kadar da inatçıydı o gün. Dayanamayıp bir sigara yaktım. Sigara beni sakinleştirirdi. Sigara vaktin geçmesine yardımcı olurdu. Sigara dumanı bu soğuk havayla da birleşince beni öksürtürdü. O gelmeden geçmezse şu lanet öksürük ne yapardım.

Öksürmem yeni yeni geçmiş kendimi toparlamaya çalışırken sokağın başında ağaçların arasından göründü. Bugün bembeyaz bir şapka takmıştı. Çizim çantası her zamanki gibi elindeydi. Yürümüyor da ona özel müziğiyle dans ediyor gibiydi yine. Yolu yarılamıştı. Yanıma gelmesine çok az kalmıştı. O an vazgeçtim konuşmaktan. Ne diyeceğimi bilmediğimden saçmalayacak rezil olacaktım. Cebimden bir sigara daha çıkardım. Dirseklerimi bacaklarıma dayayıp yaktım sigaramı. Yere bakarak çektim ilk nefesi. Yüzüne bakamayacaktım. İşte şimdi önümden yürüyüp gidecekti. Karın ezilmesiyle çıkan o kısık ses kesilince arkasından bakmak için kafamı kaldırdım. Karşımda duruyordu.

“Merhaba” dedi gülümseyerek. “Sonunda dışarı çıkmaya karar vermişsiniz.”