Natüralizm, doğadan başka gerçeklik olmadığını savunan felsefe öğretilerinin genel adıdır. Doğalcılık olarak da bilinir. Natüralistlere göre doğaüstü gerçekler ya da güçler yoktur. Doğada, nesnel yasalar uyarınca işleyen bir düzen vardır. İşte bu yasalar sayesinde gözden ve deneye dayalı bilimler, doğa ile ilgili her alanda sağlam, kesin bilgilere ulaşabilir.


Natüralist anlayışına göre gerçeğin güzel gösterilmesi için zorlama yapılmamalıdır. Başka bir deyişle gerçek olduğu gibi yansıtılmalı, idealleştirilmemelidir; yaşamın, kaba sayılarak ele alınmayan yönleri de işlenmelidir. Doğa bilimlerinin, özellikle de Darwin'in doğa tasarımına özgü ilke ve yöntemlerin sanata ve edebiyata uygulanması ile ortaya çıkan Natüralizm Akımına göre bireyi, kalıtım içinde yetiştiği toplumsal ve doğal çevre biçimlendirir. Ekonomik ve toplumsal baskılar altında ezilen bireyler, içlerinden gelen güçlü dürtülerle hareket ederler. Alın yazılarını belirleyebilme gücünden uzak olduklarından davranışlarından sorumlu tutulamazlar. Kuramsal temelini Hippolyte Taine'nin oluşturduğu Natüralizm Akımı 19 yüzyılın ikinci yarısında Fransa'da doğdu. Goncourt kardeşler bu düşün ilkelerini uygulayarak ilk romanı yazdılar : Germinie Lacarteux (1864). Ama, edebiyatta Natüralizm Akımı, anlatımını, Emile Zola'nın Le Roman expérimental (1880 Deneysel Roman) başlığı altında topladığı deneme yazılarında buldu. Zola'ya göre romancı, olguları yalnızca saptayarak yazmakla yetinen bir gözlemci değil, roman kişilerinin ruhsal yapılarını, kişiliklerini ve onların iç dünyalarını bir dizi deneyden geçiren, duygusal ve toplumsal olguları, bir kimyacının maddeyi işlediği gibi işleyen bir deneycidir. Zola başta olmak üzere, ünlü öykücü Guy de Maupassant ve Alman oyun yazarı Gerhart Hauptmann eserlerini bu akıma göre yazmışlardır. Eksiksiz bir nesnelliği amaçlamış olmakla birlikte, Natüralist yazarlar, belirlenimci kuramlara bağlı oldukları için, gerçekliği, belli yargıların etkisi altında ele aldılar. Doğanın çoğunlukla acımasız ve zorlu yanlarını yansıttılar. Güçlü tutkuların pençesinde kıvranan basit tiplere ele alarak işlediler. Çevrenin birey üzerindeki ezici etkisine inandıklarından, daha çok en iç karartıcı mekanları, gecekondu semtlerini, yeraltı dünyasını seçtiler. Bu yoksul ortamları bir belgesel dili ile anlattılar.


Türk edebiyatının ilk natüralist romanını 1891'de Ahmet Mithat Efendi yazdı: Müşahedat (Gözlemler). Ama bu yazar, kitabının önsözünde Zola ve arkadaşlarını, toplumun ve insanlığın en iğrenç, en kötü yanlarını yansıttıkları için eleştirmiş, gerçeğin eksiksiz olarak gösterilebilmesi için iyilik ve güzelliğin de anlatılması gerektiğini savunmuştur. Bu akımın Türkiye'deki ilk önemli temsilcisi ise Hüseyin Rahmi Gürpınar oldu. Yazar Mürebbiye (1899 Bilgili Kadın) adlı romanında kahramanlardan birinin ağzından Natüralizm'in ne olduğunu anlattı.


Resimlerde Natüralizm, her şeyin olduğu gibi betimlenmesi biçiminde ortaya çıktı. Gerçekte ilk Natüralist yapıtları, Eski Yunanistan'da klasik dönem sanatçıları verdiler. Rönesans döneminde bu tutum yeniden canlandırıldı. Rönesans sanatçıları, yapıtlarının, ancak güzel nesneleri ya da modelleri betimlediklerinde güzel olacağına inanıyorlardı. Natüralist terimi ilk kez 17. yüzyılda kullanıldı. Bu yüzyılda yaşayan Natüralist ressamlar doğayı, güzelliği ve çirkinliği ile olduğu gibi yansıtmakta birleşiyorlardı. 19. yüzyılın sonuna doğru Natüralizm Almanya'ya sıçradı. Amerika Birleşik devletleri'nde ise 19. yüzyılda, Realizm ve Natüralizm iç içe gelişti.


Natüralizm, kısa ömürlü bir akım olmakla birlikte Realizmin zenginleşmesini, yeni konuların bulunmasını, biçime öncelik tanımayan ve yaşama yakın olan bir anlatımın gelişmesini sağladı.