Hava soğumuş ve iliklerimdeki titremenin nasıl geçeceğini düşünürken sıcak çayımdan bir yudum aldım. Sanki o yudum beni ısıtacak zannederken odamın kapısı çalındı.

Pejmürde görünümlü hayvan dürtüleri olan ama biraz da insanı andıran şahsına münhasır tipiyle hiçbir şey anlamadığım eciş bücüş kelimeleri ardı ardına sıralayan müsveddeye karalanan ve buruşturulup atılan kâğıt parçası karşımda duruyordu. Aslında ikimiz de aynı dilde konuştuğumuzu zannetmenin vermiş olduğu eminlikle karşılıklı anladığımızı iddia ediyor, yeri geliyor başımızla birbirimizi onaylamaktan kendimizi alamıyorduk. Hiçbir şey anladığımızda yoktu aslını sorarsanız. İçimden en kallavi küfürleri sayıyor, onu oracıkta rezil etmenin kelime anlamını arıyordum. Bir süre böyle anlamını yitirmiş diyaloglar sürdü ve odadan ayrıldı. Bu olayların başlangıcı olan bir uyarı mahiyetindeydi.

Ertesi gün yine odamda ve soğuktan korunmak amaçlı çayımı yudumlarken yanında sigaramı bir sevgiliye yaklaşır gibi yaktım. İşimin yoğunluğundan olsa gerek aklımda dünkü olayın esamesi bile yoktu. Halbuki takıntı haline getirmem kaçınılmaz olurdu. O zaman anladım ki hayatıma katkı sağlamayan kişilerin bende etkisi çabuk geçiyor uzatmaya gerek duymuyordum.

Evet, pespaye kişiliğine, sanki ünlü bir ressamın sergilediği gurur verici tablosuna bakarcasına tekrar ve tekrar baktım. Her bakmam da biraz daha hata aramaya, kusur bulmaya çalışıyor buna da bir çaba harcamıyordum.

Hayatın karmaşasına bu kadar takılmışken “Nereden çıktın be adam karşıma! Seni anlamak, görmek, varlığını hissetmek bile beni yoruyor. Seni ölüme tercih ederim.” derken o ne idüğü belirsiz kütlesi ile karşıma dikildi. Vahşi bir canavarın bakışlarına ve dişlerinin aralarından dudaklarına süzülen salyalarına takılıp kalmamak olanaksızdı.

Nesi olduğunu sordum gayriihtiyari, sordum sormasına ama daha sonrasında pişmanlığını başımdan topuklarıma kadar hissetmenin tedirginliğiyle irkildim.

Ne bekliyordum ki zaten, her zamanki gibi makul bir cevap alamadım, uzaklaştı gözümden…

Saat 10.48. Tamı tamına 10.48'in karmaşasındayım yoğun bir şekilde. 10.48'i hissettiğim bir zamanda olan oldu, sorumsuzluğumun vermiş olduğu rahatlığa dayanarak her zamanki gibi dişe dokunur bir eylemim yokken çıkagelmiştin. Hayatımın tam merkezine, çekirdeğime lök diye oturdun. Hatırlar mısın?

Bilemiyorum.

Kafam karmakarışık. Olan bitene ayıkamıyor ve pek de gün içerisinde ayılamıyordum.

Gözlerine dokundum ilk önce. O gözler benim olmalıydı. Tanımadığım bir gözün korneasında gezip dolaşıyordum. Sanki usta bir cerrah gibi gözündeki sorunları çözebilecek oradan kalbine girecektim. Ameliyat masasında kalmaman için çok mücadele ettim, sonunda gözünün korneasına kendimi yerleştirebilmiştim. Ameliyat başarılı geçmiş, kalpteki sorunları çözmeye gelmişti sıra. Titizlikle incelemeye başladım kalbini. Kaç odacık, kaç kapakçık, kaç üzüntü, kaç sevinç, kaç hayal kırıklığı vardı kim bilir?