Rengarenk güller, mor sümbüller, papatyalar… Ne ararsan vardı sepette. Hepsini tek tek elleriyle hazırlamıştı Kısmet. İzmir sıcağında düştü yollara tabana kuvvet, her zamanki yerine geldi ve açtı tezgahını, oturdu. Yan taraftan bir simit alıp kuru kuru kemirmeye başladı, bir yandan da tezgahı düzenledi. Vakit daha çok erkendi sanırım, ne gelen vardı ne giden. Olsun… Buralarda rutin böyle işlerdi. Çiçek almanın da belirli zamanları vardı elbet.

Yalnız başına İzmir’in şahsına münhasır bir mahallesinde yaşardı Kısmet. İş haricinde komşularıyla dedikodu yapar, yemek pişirirdi. Annesi babası ihtiyarlayınca kalpten hakkın rahmetine kavuşmuşlardı, kardeşlerinin biri evlenip göçmüş, erkek olansa katakulli bir olaydan içeri düşmüştü. İçeride de başına gelmeyen kalmamış, nakil gitmişti Doğu'ya.

Esmer, yanık teninden akan terler öğle sıcağının etkisiyle iyice artmıştı. Satabildiği ise birkaç ucuz çiçek demetiydi. Öğle yemeği yememişti daha, karnı zil çalıyordu. Keşke bu kadar utangaç olmasaydı! Diğerleri gibi insanları çiçek almaya zorlayabilseydi ama yapamıyordu, o böyleydi.

Akşama doğru birkaç müşteri geldi. Karılarına, sevgililerine veya kim bilir hasta yakınlarına çiçekler almak için. Tabii Kısmet sattığı çiçeğin cinsinden anlıyordu nereye gittiğini ve iç geçiriyordu bazen yalnızlığına, lanet ediyor gibi oluyordu yaptığı işe ama sonra vazgeçip şükrediyordu.

Karanlık çökmüş, eve dönme vakti gelmişti. Hızlıca topladı tezgahını, taktı sepetini koluna. Öğle yemeği yemediğinden halsiz de düşmüştü biraz. Otobüse binmeye karar verdi, durağa yürüdü. Otobüse bindi ve boş bir yere oturdu. Otobüs dolmaya başlamıştı ancak Kısmet’in yanı boştu. Kimse pek oturmaya yanaşmıyordu ve o sebebini biliyordu, toplumun ”öteki” kesimindendi, alışmıştı ayrımcılığa. Neyse mahalleye inince neşesi biraz yerine geldi, selamlayarak dostları evine girdi, güzel bir yemek hazırlamaya koyuldu kendine eldeki malzemelerle.

Yemeği yemiş bulaşığını yıkamıştı. Çıktı kapının önüne oturdu, bir sigara yaktı, başladı karşı komşusu Nebahat abla ile muhabbete. Pek severdiler birbirlerini. Lafın arasında bir şeyler mırıldandı Nebahat abla, mahalledeki eski evlerin yıkılıp yerine yeni apartmanlar yapılacağını filan duymuş bir yerlerden. “Kesinliği var mı?” diye sordu Kısmet, merak etmişti tabii. Ne kadar kesin olabilir, duyduğumuz kadar işte gibisinden bir şeyler söyledi Nebahat abla. Bu konu Kısmet’in içine kurt düşürmüş, aklını karıştırmıştı.

İki katlı eski bir konaktı Kısmet’in evi. Yüksek tavanlı, cumba balkonlu… Zamanında ne ağalar beyler yaşamıştı kim bilir! Üstüne üstlük dede yadigarıydı, bütün hayatı orada geçmiş, anıları boy boy sıralanmıştı konakta. İstemezdi yerine yeni ev, hele bir de başka mahalleye taşınmak gerekirse… İşte o zaman ölürdü sanki.

Güneş usulca pencereden içeriye doğmaya başlamıştı, uyanma vaktiydi. Ufak bir kahvaltı yaptı, sepetini hazırladı ve yola koyuldu aklında düşüncelerle. Her zamanki yerine açtı tezgahını, gün çok rutindi. Bilindik şeyler hep. Bugün tek fark öğle yemeği yemeye karar vermişti aşağı sokaktaki dönerciden, midesi bayram edecekti.

Akşam olmuştu, bugünkü satışlar fena değildi ancak para lazımdı. Kendisini iyi hissettiği için yürüyüp gitmeye karar verdi. Hem yolda belki satış da yapardı. Mahalleye yaklaşmıştı, son bayırı da çıkacakken dört yol ağzından karşıya geçecekti ki ”kısmet” ya dangalağın teki kaldırımdan yola attığı ayağını ezdi, geçti arabayla ardına bile bakmadı züppe. Oturdu kaldı olduğu yerde. Yardım istese edecek kimse yoktu. Biraz zaman geçince ağrı hafifledi. Yakındaki hastaneye topallayarak kendini zor attı. Kırık çıktı ayağında, alçıya aldılar. İki günlük kazancı da hastaneye bayıldı, yoktu tabii sigorta. Bir taksi çağırdı eve attı kendini.

Mahalle duymuştu ayağını kırdığını, Kısmet’in ziyaretler başladı bir bir. İşe gitmesi de pek mümkün değildi bu haldeyken. Birkaç gün böyle devam etti hayat. Sonra bir öğle vakti kapı çaldı. “Açık, gel!” dedi. Nebahat abla kireç gibi yüzüyle girdi içeri. "Ben sana demiştim değil mi?” dedi. Kentsel dönüşüme tabi tutulmuştu mahalle, devletin adamları gelip ölçüm almaya başlamışlardı. Yazıp çizip fiyat biçiyorlardı tarihe, birçok hayata tanıklık etmiş güzelim evlere, bir varoluşa kucak açmış bu mahalleye.

Üzülmüş ve ağlamaya başlamıştı su gibi. Kınalı elleri titriyordu su bardağını tutarken. Sessizce oturdu bütün gece, hiç konuşmadı.

Sabah sıra Kısmet’in evine gelmişti. Geldiler, ölçtüler ve kayda değer olmayan bir fiyat biçtiler, sonra da imza istediler. Mecbur attı garip, devlete nasıl karşı gelecekti. Düşünmeye başladı nerelere giderdi, nasıl yaşardı. Zaman durmuş, hayat sona ermişti sanki Kısmet için. Bütün varı yoğu alınmıştı elinden, yaşama gayesi tüketilmişti. Zaten zor geçen ”ötekileşmiş” hayatı iyice zor bir hal almıştı.

Zamanla kendi içinde kayboldu gitti, tutunamadı işleyişine ”öteki” dünyanın ve göçüp gitti aramızdan haberimiz bile olmadan. Her gün göçüp giden diğer suskun insanlar gibi bu laçka hayatı terk etti.