"Hayatımız kullandığımız eşyalara siner. Bir çocuğun oyuncağı, bir öğrencinin defteri, bir yetişkinin gözlüğü sahibinin nasıl yaşadığını anlatır. Yaşanılan hayatın nasıl sona erdiği ise insanın kaderini."




Trt'de izlediğim bir programda bu cümleleri duyunca çok etkilendim. Evet, düşününce birinin hayatını yakınındaki başka birinden dinleyebilirsiniz. Size onu tanıdığı kadarıyla anlatabilir. Ama bilmediği yönlerini, duygularını, düşüncelerini nasıl anlatabilir? İşte eşyalar yahut daha genel düşünürsek nesneler bu konuda bizlere fikir verir. Yıllar yıllar önce yaşamış birini anlatabilecek birinin olmaması normaldir. Bizim o kişi hakkında fikir sahibi olabileceğimiz kaynak o kişinin eşyaları olabilir. Nasıl bir yaşamın içinden geçtiğini, nasıl bir kişiliğe sahip olduğunu veya yaşadığı dönemin zihniyetinin yansımalarını görebiliriz. Örnek verecek olursak Ankara'da Ulucanlar Cezaevini ziyaret ettiğimde orada kalmış mahkumların-hayatını az çok bildiğimiz ünlü insanlar olsa da-eşyalarını gördüğümde farklı bir bakış açısıyla yaklaşma gereği hissetmiştim. Birine dair fikirler veriyor olması, flasback edasıyla o an eşyaların canlanmasına sebep oluyor. Hiç tanımadığım birinin evine gittiğimde de bu dünyadan göç etmiş birinin eşyalarını gördüğümde aynı hislere kapılıyorum. Görecelilik esasına dayanan bir çıkarım dünyasında yalnızca eşyalar değil bence zihinler de canlanıyor. Ama işte yukarıdaki son cümle, insanı bir bitişin kesinlik noktasına ulaştırıyor. Hayatın nasıl sona erdiği bilinse de bilinmese de bir sonun varlığı kaderle birleşip mezar taşında son buluyor. Bir merak konusu oldu bende tabi. Bakalım bizim eşyalarımız nasıl yaşadığımızı insanlara nasıl anlatacak, onlar bizi nasıl tanımlayacak ve son olarak hayatımızı sonlandıran kaderimiz nasıl olacak?