Soğuk
İnsanın içini titretircesine, uzuvlarını dondururcasına soğuk.
Gerçi soba yanıyor evde, çaydanlıktan buharlar yükseliyor.
Işıklar kapalı, lakin tavana vuran kızıl yetiyor Firuze ile Garip'in bakışlarını buluşturmaya.
Firuzeden gelen ard arda iç çekişler, kaşları çatık, dolgun dudakları soluk, siyah saçları çemberinin ardında.
Bakıyor uzun uzun.
Garip'te ses yok, halıyı izliyor, birbirinin içerisinde kaybolan onlarca deseni, konuşmaya niyeti yok.
Dayanamıyor Firuze, “Ne dedi?” diyor.
Garip'te usulca bir kımıldanış, gözler birkaç saniye firuzeye takılıp tekrardan halıda dağılıyor.
Sanki konuşası varmış da boğazındaki düğüm çözülmüyormuş gibi fakat susmuyor Firuze, tekrar soruyor, gözlerini hançer gibi Garip'e dikerek.
Ne dedi doktor?
Dudakları kıpırdatıyor birkaç kez, başını kızıla çalan tavana kaldırıp saçıyor kelimeleri.
dediğine bakılırsa ciğerlerime bulaşmış mutsuzluk, ondanmış nefessizliklerim. O da kalbe vurmuş haliyle, ritimler bozulmuş.
Yine de umut etmek gerekiyormuş, varmış çaresi yaşamanın.
(Yutkunuyor.)
Reçete tutuşturdu elime, ücret de almadı üstelik, bir takım insanların adını verdi, git görüş diye, aynı dertten muzdaripmişiz, eğer aynı yaraya tuz basarsak, azalırmış hüznümüz.
(eğiyor başını, halıya dalıyor tekrar, ellerini dizlerinin arasına koyup devam ediyor.)
Üzüldüm ama acırcasına baktı gözlerime, aynı senin baktığın gibi, o da biliyordu ya bu reçetenin benim için beş para etmez olduğunu, yine de verdi işte.
Ve sustu Garip, son kez yutkundu ve sustu. Firuze de yumuşadı biraz, kalktı sonra bir bardak çay koydu, elleriyle yerleştirdi garibin avuçlarının arasına, üzülme diyemedi, geçer diyemedi, baktı yalnızca, garibin kendinden meçhul fikirleri dolaşırken gözlerinde, titrerken avuçları, baktı ve gitti kederi yeşile boyayarak.