(Sinir Uçları Uyarılanlar Dinlenerek Okusun) 


Başlamadan önce kısa bir not:

Burada bahsi geçen radikal gruplarla ilgili verilen örnekler, ülkede yaşayan belirli azınlıkların eylemlerinden, sözlerinden alınan analizlere dayanmaktadır. Onların dünya görüşlerinin ürünleridir, yazarın şahsının bakış açısını asla temsil etmemektedir. Metin, memleketine karşı platonik aşk besleyen ya da sorunlara çözüm ararken yitip giden Osman Uçarer gibi ruhlara adanmıştır, 


Anlatılan her şey, Saramago'nun romanlarında anlattığı Adı Bilinmeyen Bir Ülke'de geçmektedir. 


Şimdi haberler


Adalet heykeline t*cavüz skandalı! Karısını altı parçaya böldü! Kızına yıllarca t*cavüz etti. Denetimli serbestlik şartıyla dışarı çıkan katil can aldı! Oksijen israfına zam yolda. Diyanetin yeni makam arabası gündemde! Başörtülü bacılarımıza zulüm yaptılar! Halk Suriyeli avına çıktı! Depremde çadır satan kurumdan istifa gelecek mi? 32 Şehidimiz var... 


1.Engebeli bir yolculuk için önsöz:


İstersen gündelik haberleri okumaya devam et, istersen gazetenin bulmaca sayfasına geçerek yaşananları ve yaşanacak olanları yadsımaya devam et. İstersen benimle gel ve anlamsız bir dünyada anlam yaratan bir insan olarak sosyal çürümeye diren. 

Merhaba sevgili okur. 

Biliyorum, kitlesel bir çürümenin içerisinde mahsur kaldın ve kendin olarak kalmak istiyorsun. Kendini çaresizlik içerisinde hissediyor ve hiçbir şeyin değişmeyeceğini düşünüyorsun. Zaman zaman hayat anlamsızlaşıyor, ailen seni anlamıyor, ülken senin ona beslediğin sevgiye karşılık vermiyor, her geçen gün artan şiddet haberleri seni daha çok karamsar hale getiriyor. Cehalet okyanusunda doğmuş sıradan bir balıksın ve yalnızca huzur içinde yüzerek ömrünü geçirmek istiyorsun. Biliyorum, daha huzurlu bir coğrafyada hayallerinin peşinden gitmek isterdin ancak Adı Bilinmeyen Bir Ülke'de doğdun. Diğer coğrafyalarda bir yılda konuşulan gündemin haftalık olarak yaşandığı aksiyon dolu bir distopyanın ürünüsün. 

Öncelikle bilmelisin ki aradığın huzur, özgürlük, konfor, eğlence kimseye sunulmuş kavramlar değildir. Doğru kararlar, sonucu faydalı olabilecek şekilde planlanmış mücadeleler ve iyi eğitim gibi detayların ürünüdür. Tarihin içinde cehaletle debelenenler tarihe karışırlarken bazı toplumlar doğaya ve evrene doğru soruları sormakla meşguldü. Sınanan toplumlar sorunlar karşısında doğru cevaplar ürettiğinde ileri gider, yanlışlığı savunup değişime direnenler ise yok olana kadar acı çekmeye devam eder. Biz ülkecek sınanıyoruz ve iki yolumuz var. Düşmanlığın, kutuplaşmanın, vasat siyasete alet olmanın, kısacası derinleşen kaosun bir parçası olmanın yolu ve farklılıklarıyla bütünleşmeyi öğrenmiş olan bir toplum olmanın, özgürlüğün, yani düzenin yolu. 


2.Ne yapmak gerek? 


Bu bir kişisel gelişim safsatası değil. Direniş manifestosu. Matrix’teki Morpheus'un dediği gibi:

"Aklını özgürleştirmek istiyorsan bildiklerini unutmalısın."

Derin bir nefes al, cesaretini topla ve bugüne kadar sana enjekte edilmiş bütün değerleri unut. Artık mültecilerce işgal edilen bir memleketin Türk evladı değilsin, ırkçılığa maruz kalan Kürtlerden biri değilsin, köşede öpüşen gençler seni kızdırmasın çünkü Müslüman değilsin. Çıkar sana giydirilmiş olan o üzerindeki ideolojik gömlekleri sen sadece insansın. Ağaçtan inmiş, metafiziksel kaygıları olan, ilkel içgüdülere sahip düşünceli yaratık. Önce kendini tanımalısın çünkü kendini tanıdığında diğerlerini, diğerlerini tanıdığında ise geniş kitleleri tanıyacaksın. Sessiz ol. Yalnızca izle. Kim bu insanlar? Dertleri nedir? 

İnsan anlamlandıran, kalıp içerisine sokan, sürünün içinde güvende hisseden bir varlıktır çünkü atalarımız bu şekilde hayatta kaldı. Tür için faydalı olan senin içine işlenmiş durumda. Yalnız sürekli veri bombardımanına maruz kaldığımız global bir dünya, her şeyi karmaşık hale getirdi. Hayatta kalman için sana verilmiş olan seni yaralıyor olabilir. Nihayetinde şartlar hızla değişiyor ama atalarımızdan miras aldığımız yönelimlerin acelesi yok. Bunu düşün. 


3.Bir muhafazakarın radikalleşme yolculuğu 


Diyelim ki bir insan anlamı İslam'da buldu, kendini muhafazakar bir kalıba soktu, kabile içgüdüsü onu X cemaatin içerisine itti. Bu çemberin içerisindeyken kendini sosyal çürümenin içerisinde buldu. O halde laik olana düşman olacak, Atatürk'e lanet edecek, şeriatı savunacak, siyasal İslamcılara oy verecek, favori tarikatına bağış yapacak, ona duymak istediklerini söyleyen haber kanallarını izleyecek ve bu karşıt görüşlerle açılan uçurumu daha da açacak. Sırtını yaslayacak tarihsel olaylar ve kimlikler gerek ona. Kutlu davayı beslemek gerek. Fatih'in torunu olduğunu hatırlayacak. Tarihi Kadir hocasından öğrenecek. Abdülhamid'i de yalnız bırakmamak gerek. Bilhassa TRT'1deki Abdülhamid'i. Özellikle Filistin'de ölen çocukları düşünmeli, Siyonist katil köpeklerin vicdanı yok! 

Sonra 

Kendi kutbunda olmayan kapı komşuna düşmanlaşacak. Düşman olmak için sebebi bol çünkü başörtülü bacılarını üniversite kapılarından içeri almadılar, onun inancına saygı duymadılar, medeniyet diyerek çıplaklığı memlekete amaç yaptılar, İsrail malı kahveleri içip sokakta el ele tutuşan şu laiklere hadlerini bildirmeli! Taptıkları Ataputa orakla saldıran sakallarından öpeyim. Gel yavrum. Seviye atladıkça nefreti çoğalacak, mağduriyet edebiyatıyla geldiği noktada kendisinden başka herkesi mağdur edecek. İnancının ritüel boyutu zayıflarken siyasi boyutu sarmaşık gibi her yeri ele geçirecek. Yaşayamadığı duyguları yaşayan herkesin mutluluğunu sömürür hale gelecek. Seçtiği iktidarla kendi kendini akbabalara yem etmek için zincirleyen Prometheus olacak. 


4.Heil Atsız! 


Veya ülkücü bıyığıyla oğlunu kucaklayan aşırı Türk milliyetçi bir babanın evladına bak. Kaç yüzyıllık medeniyetin güncel halkası, dünyaya onluk sistemi getiren Metehan'ın torunu, kılıcından kan damlayan, dünyanın yarısına asırlarca hükmetmiş kudretin varisi. İçinde kabaran o milliyetçi duyguları paylaşmak için ocağa gidecek, davasının sorumluluğunu yerine getirmek adına üniversitedeki yeşil parkalı solcularla mücadele edecek. Gazetecilik bölümü okuyan kürtlerle kavgaya tutuşacak. Reisleri emrettiğinde bir bildikleri vardır diye düşünerek vatan haini, ajan ülkücü akademisyeni vuracak. 

Kanına dokunacak. Memleket araplara satılıyor, ülke mülteci yuvası olmuş, Türk kızlarıyla evlenen zenciler filan da cabası! 

Zamanla sosyal medyada okuduğu haberler daha fazla sinirlerini bozacak. Senin ülken yok, senin dilin yok diye dalga geçmek gerek şu eşek s*kenlerle. Hain çöl bedevisine bak sahilde nargile içiyor benim Mehmetçiğim Şehit olurken. Memleketi sevmenin yöntemini bir tek kendilerinin bildiğini iddia eden ve vatan sevgisi tekelini elinde tuttuğu yanılsaması içinde yaşayan bu güruh, sevgisini döverek gösteren otoriter bir babaya benziyor. 


4.1. Daha yeni doğdu


Biraz kitap okuduğunda seküler milliyetçi olacak. Yarım kalan Türk aydınlanmasını tamamlamak gerek diye düşünecek. Tengriciliği halka anlatmak gerek, zira Türkler hükümet yüzünden gönüllü olarak araplaşıyor. Mülteci değil, geçici sığınmacı. Dünyada Türk lobisi oluşturmak lazım, bizim sesimiz memleketten dışarı çıkmıyor. Dünya bizi deveye binen soykırımcı bedeviler zannediyor. Türkiyeli ne ulan, yok Almanya Sineması. 


5.Ez Kurd'im Türklüğüne t*kürdüğüm! 


Bir yerlerde biri Kürt doğdu, altıncı kardeşi dağa çıktı dördüncü ağabeyi askere gitti. Askerin demir ökçelerle babaannesini çiğnediği hikayelerle büyüdü. Devlet okul yapmadı köyüne. Elektrik getirmeyince kaçak elektrik kültür haline geldi. Fabrikaları egemen kültürün gözde şehirlerinde kurulunca geçinmek için kaçakçılık yolu açıldı. Kürtçe şarkı söyleyemedi. Belli ki devlet onu sevmiyordu, ben niye onu seveyim diye düşündü. Kendini temsil edecek bir kalıp olmalıydı. Kabile içgüdüsüne seslenen partiye katıldı. Faşistlere beslediği nefreti molotof kokteyli atarak gösterdi. Mağduriyetini sistematik bir şekilde dillendirmeyi öğrendi. Sırtını yaslayacağı tarihsel bir kahraman gerekti. Şeyh Said'i tanıdı. Daha doğrusu nasıl ki kafatasçı takım Esad Oktay'ı tanıdığını, Siyasal İslamcılar Abdülhamid'i tanıdığını zannettiyse o da öyle tanıdı. İkinci el. Popüler kültürden Yılmaz Güney ağabeyi idolü oldu. Çirkin Kral'ım benim, gününü göster şehirli züppelere. 

Radikalleştikçe Türklerden başka bir şey düşünemez oldu. Türk kompleksi diye bir hastalık türedi içinde. Küçük eylemleri büyüdü, bombalı düzeneklere dönüştü. Dağdan inen kardeşinin savunmasını haklı buldu. Ne oldu kundaktaki bebeği taradılarsa, hep bizden ölecek değil ya. Öğretmen kız ölmüşse ne olmuş? Kürdistana Türkçe öğretmeye gelinmeyeceğini öğrenmiş oldu…

Radikallerin bu kanadı, yalnızca kendi mağduriyetlerinin bilincindedir, oysa ortak bir cehaletten nasiplerine düşen payı aldıklarının bilincine varmaları gerekirdi. Haklı bir mağduriyet edebiyatı ile yükselip Faşist katillere dönüşen siyonistlerden farksızlardır. 


6.Feminazi


Başka bir yerde Türk solunun ölümü ilan edilince, yeşil parkalı bir adamın kızı, ne yapmalı diye düşündü? Politik doğrucu oldu. Saçlarını maviye boyadı. Geceleri güvenle sokakta yürüyemez haldeydi. Kuzeninin, yeşeren göğüslerine attığı bakışlardan rahatsız oldu. Feminizm, içindeki bir gruba ait olma arzusunu tatmin etti. Bevoir, Woolf, Plath okudu. İkinci cins olmayı reddetti. Milliyetçi lezbiyen mi olur diye düşündü? Rol yapan embesiller işte. Almanya merkezli haber kanallarını takip etti. Mültecilerle empati kurdu. Sadece Suriyeliler tecavüz etmiyor ki. Türkler, hatta bütün erkekler potansiyel tecavüzcü değil mi zaten diye düşündü. 

Radikalleştikçe, admini olduğu feminist sayfaya mesaj atan milliyetçi kadınların ihbarlarını görmezden geldi. Hem faşist hem yollu k*şarlar başka kapıya! 

Cehaletin asıl kurbanları Anadolu kırsallarında doğan kız çocukları iken, kurban olmanın ve hedef göstermenin hazzına erişmiş fon aşıkları. 


7.Ne Bağüyün! 


Orada mısın? Locke'un tabiriyle doğduğu zamandaki haline; Tabula Rasa'ya dönüşen genç kardeşim. Sen ideolojisiz, tarafsız, nonpartisan bir gözlemcisin. Yalnızca Adı Bilinmeyen Bir Ülke'deki ideolojik vakaları inceliyorsun. Aradığın huzura ulaşmak için onları değiştirmeye çalışmadan önce, anlaman gerektiğini biliyorsun. 


Gürültülü mega kentlerden birinde sokaktan geçerken dövmeli kollarını kaldıran, elindeki tespihi dans ettiren genç adamı görüyorsun. Tas kafalı saçıyla, Adidas eşofmanıyla dalga geçtiler. İzmarit izleri ve jilet yaraları, çektiği acıların rütbesini temsil eden apoletlerdi. Anlamadılar! Onu kıskandırmaya çalışan sevgilisine, tokatla hayat dersi vermişti. Kız dayak yedikçe daha çok seviyordu onu çünkü otoriter babasıyla problemleri vardı. Şaka canım. Erkek gibi errkek seviyor ondan. Anlaşılmayı istedikçe anlamadılar, zengin gevşekler onu aralarına almadılar. Metanfetamin arkadaşı oldu çünkü viski pahalıydı. Üniversiteli öğrencilerin elinde bir kitap görmüştü, Samuel Mamuel bir şeyler işte. Hatırladı; Gavatı Beklerken. O arada pederin kemerle evde beklediği aklına geldi. 

Birden evlendi. Babasından öğrenemediği babalığı pratiğe dökemedi. Hayat ona adil davranmamıştı, intikam vaktiydi. Terkeden karısını devlet koruyordu. İşe girmeler, süslemeler filan hayırdır lan. İşim gücüm yok ömür boyu nafaka vereceğim bir de *rospuya diye düşündü. Karısına bıçağı takarken gözünü kırpmadı. Karısının kanı, bileğine çizdirdiği "canım anam" dövmesine sıçradı. 


8.Velev ki İb*eyiz


Başka biri vardı artık kadrajda. Hormonları baskın geldiği için kadın gibi hisseden bir erkekti o. Yurtta kalırken biraz yumuşak davrandığı için arkadaşları arkasını elleyip durmuştu. Delikanlılık nutukları çeken asker arkadaşlarıda banyoda ona sırnaşmıştı. Oysa herkesin içinde ibne diye aşağılayan yine aynı kişilerdi. Onu temsil etmesi gereken bakan, onun gibilerden hastalıklıymış gibi söz ediyordu. Toplumun büyük bir kesimi ona düşmandı. Sırf erkek bedenine hapsolmuş bir kadın olduğu için. Ailesine ve arkadaşlarına hislerini anlatamadı. 

Şehir değiştirince kendisi gibi hisseden başka insanlarla tanıştı. Müslümanlardan ve Türklerden nefret etmeyi öğrendi onlardan. İçinde biriken öfkeyi onur yürüyüşlerinde, herkese çıplak vücudunu sergileyerek ve kışkırtıcı sloganlar atarak gösterdi. Onları bir tek terör örgütlerine sempati besleyenler destekliyormuş gibi görünüyordu. O yüzden onların arasına katılarak borcunu ödemeliydi. 


9.Tanrı Ölmedi, öldürmek gerek! 


Başka bir genç, parasızlıktan ötürü kaldığı cemaat yurdundayken, arkadaşını istismar eden hocaları görünce dinden soğudu. Kuran'ın mealini okudukça huzursuzluğu daha da arttı. Hayatın anlamı yoktu artık. Nereye baksa insanlara sabretmelerini öğütlerken, lüks arabara binen din adamlarını ve Allah, Kuran diyerek yolsuzluk yapan siyasetçileri görüyordu. Her tarafta ülkenin kurucusu olan ulu öndere hakaret eden cumhuriyet düşmanı yobazlar türemişti. Atatürk'ün seçme ve seçilme hakkı verdiği kadınlar, ona küfür ederek dördüncü eş olmak için şeriat istiyorlardı. Lawrence'ın gazıyla Türkleri katleden hain araplara tapıyorlardı! Afganistan'daki İran'daki şeriatı görmezden geliyor, sadece zihinlerinde gerçeklik kazanan gerçek İslam ütopyasını herkese dayatıyorlardı. Şu tükenmez kalemi var eden bir usta varsa, bu evreni yaratan yaratıcı olmalıdır örneğinden öteye gitmeyen yüzeysel felsefi düşünceleriyle ülkeyi karanlığa sürüklüyordı. Üstelik evrimi müfredattan çıkarmışlardı! Aziz Nesin yanılıyor, bu halkın tamamı aptal diye düşündü.

Ölüm anksiyeyesinden kurtulmak ve ideolojik olarak mücadele etmek için kendine inançsızlardan oluşan bir grup aradı ama bulamadı. İnançlı insanlarla savaşmak adına internette yayınlar yapmaya başladı. Ona saldıran cahil güruh daha da öfkelenmesine yol açtı. Canlı yayında Kuran-ı Kerim yaktıktan sonra yurt dışına kaçmak zorunda kaldı. 


10.Muhalif 


Bir başkası muhalifti. Gençlik kollarından, çekirdekten yetişmişti. Dedesinin ve babasının izinden gidiyordu. Başta Atatürk'çüydü ama sonra işler değişmişti. Mini etek giyme ve rakı içme özgürlüğü çoktan elden gitmişti. Yeni bir savaş başlıyordu. Evvela milliyetçilik ilkesini temsil eden ok kırılmalıydı, modası geçmişti böyle şeylerin. Sonra siyasi suçluları savunmak öncelikli görev olmalıydı. Madem iktidar, radikal sağcıları kendi çatısı altında toplamıştı, o halde onlar da radikal solcuları örtülü bir şekilde de olsa bünyelerinde barındırmalılardı. Halka rağmen iktidar olmalılardı çünkü halkın çoğu cahildi. Ayrıca iktidarla anlaşamayan bütün partilerle işbirliği yapmak gerekliydi. Birlikten kuvvet doğardı. Mülteciler konusu fazla abartılıyordu, entegre olurlardı. Partide yüksek mevkilere ulaştıkça fikirleri evrimleşmeye devam etti. Halkın istediği aday başına buyruk olabilir, ayrıca bazı ittifak üyelerini küstürebiliriz diye düşündü. Kim o muhalefete muhalefet etmeyi öğretmeye kalkışan böcekler?! Bizden başka alternatif güç var mı bu yozlaşmış iktidara karşı? O halde ceketimizi assak başkan seçilir! 


Yenilmek, başarmayı öğrenmektir, sürekli yenilmek ise tercihtir. 


11.Apokaliptik Apolitikler


Beyni yurt dışına göç etmeden önce pasaport işlemlerini hallediyordu. Yurt dışında garson olmayı Adı Bilinmeyen Bir Ülke'de doktor olmaya yeğliyordu. Hem padişah giderlerse gitsinler demememiş miydi? Ben yıllarımı onun ümmet fantezisini gerçekleştirmek için getirttiği, fareler gibi üreyen sığınmacıları doğurtmak ve mesleğime saygısı olmayan, "Karıma dokunma!" diye anıran dağ ayılarından dayak yemek için mi verdim diye düşündü. Sanki ülkede kıyamet sonrası bir senaryo yaşanıyordu. Demokrasiye inanmıyordu çünkü çoğunluğun tiranlığıydı. Çoğunluğun ahmak olduğu yerde oy kullanmak simgeseldir, özgür hisseden köleler yaratmak içindir dedi valizini toparlarken. Yıllarca oy vermişti, artık koyverme vaktiydi. 

Apolitikler yuvadan uçan kuşlar olmayı seçmişti. Gidecek gücü olmayanlar ise karamsarlığa, eylemsizliğe gömülmüştü. Hayata stoacı sabrıyla bakanlar, intihar düşüncesiyle flörtleşenler, sahipsiz hissedenler, gelecek kaygısı çekenler olarak büyük bir kalabalığın parçalarıydılar ama onları temsil eden hiçbir grup, örgüt, dernek, takım yoktu. Spor kulüpleri bile siyasileşmiş bir ülkede kimsesizlerdi. Değişime inanmadıkları için hiçbir şey yapmadılar, belki de değişimin hiçbir şey yapmamaktan geçmediğini bilmiyorlardı.


12.Ye Yürküm Ye


Partinin içinde sıradan bir gençti. Badem bıyığıyla gülümseyen bir yüz vardı aynada. Halk faili meçhul cinayetlerden, derinleşen ekonomik krizden, deprem travmasından, sağ-sol çatışmasından ve geleceğin belirsizliğinden yılmıştı. Muhalifler parçalanmıştı. Vakit onların vaktiydi. Asla onları temsil etmeyen hükümetler gelip geçmişti. Hem müslüman hem laik olunacağını zanneden kafası karışık halka öncülük etmek gerekiyordu. Üniversite kapılarında bekleyen türbanlı kardeşlerimiz için, cezaevi kapısında ağlayan analarımız için, işkence gören ve asılan hocalarımız için dedi kendine. Onlara üvey evlat muamelesi yapan bu devlet ve putperest laikler Anadolu irfanının tokadını yiyecekti. Bismillah destur ile başladı. İktidar olmak kolay değildi, başkanının zirveye çıkması için bir sürü şey yapılması gerekiyordu. Sonradan terör örgütü ilan edilecek tarikatlarla görüşüldü. Onlar da çok şey istiyorlardı canım! Sonradan tekrar düşman olacakları bölücü terör örgütü ile flört ettiler, terörist başına heyet gönderdiler. Tarih bazen haini kahraman, kahramanı hain ilan etmiyor muydu? Denemekte fayda vardı. Bir sonraki sıçramada domuz bağcı katillerin partisine sığındılar. Daha çok seçim ve daha çok örgüt vardı görüşecek. Kutlu dava için her şey mübahtı sonuçta. Cuma namazı çıkışı fotoğrafı verdikten hemen sonra gündemde sonradan barışacakları Suudi'lerle diplomatik kriz yaratmak vardı. Sonradan düzeltmeye kalkışacakları Mısır krizi, sonradan düzeltmeye kalkışacakları İsrail krizi, sonradan düzeltmeye kalkışacakları Suriye krizi derken diplomatik kriz yaratmak ve düzeltmek hobi haline gelmişti çünkü düşman yaratmak ve korku iklimi oluşturmak kitleleri yönlendirmek için etkili araçlardır. Zamanla muhalefet partilerini sindirip genişlemeyi, kalan muhalefet partilerinide domine etmeyi öğrendiler. Muhalefet onların yarattığı gündemden dışarı çıkamaz hale gelmişti. Machiavelli'de kimmiş?

Türlü adaletsizlikler yaşanmış halk sessiz kalmıştı, milyonlarca sığınmacı ülkeye girmiş ve halk sessiz kalmıştı. Ekonomik kriz derinleşmiş, rütbeli komutanlar türlü kumpaslarla hapse girmiş, ülke uyuşturucu kartellerinin yuvası haline gelmiş ve halk sessiz kalmıştı. 


12.1.Reklam arası: Halk neden sessiz kalmıştı?

 

Çünkü aydınlanma hareketi ölü doğmuştu, çünkü hükümetler insanları eğitmek yerine manipüle etmeyi seçmişti, çünkü kabile içgüdüsü ve güçlü olana boyun eğme arzusu atalarından miras kalmıştı. Çünkü eğitimin olmadığı yerde insanları ilkel duygular yönetir. Çünkü Suskunluk Sarmalı doğruydu. Çünkü alternatifler güven vermiyordu. Çünkü satın alınmış medya organları sayesinde, yazar kasa fırlatan haber başlığı, adliye önünde kendini yakanın önüne geçiyordu. Çünkü insanlar yanıldıklarını kabul etmek istemezdi. Çünkü ölmek pahasına karşı kutuptan nefret eder hale getirilmişlerdi. Çünkü ekonomik buhran yarattığı çöküşle, demokrasinin bekçilerini de yanında götürür.


13.Sorunların pratik alandaki çözümleriyle ilgili örnekler, 


Şimdi kendinden olmayanı anlamaya çalışan, tarafsız kalmaya çalışan, sosyal medyanın etkileşim adına yön vermediği ortalama bir birey gibi düşünmeye çalışalım. 

Sığınmacı sorunu. Din ve ırk ayrımı yapmaksızın savaştan kaçan, ölüm ile burun buruna gelen kadın ve çocukları misafir etmek hoşgörülü ve yardımsever insanların yaşadığı bir medeniyetin sergileyeceği bir tutumdur. Lakin bambaşka kültüre sahip milyonlarca sığınmacıyı, plansız programsız bir şekilde ülkeye doldurmak ve sınırları açarak güvenlik zafiyeti oluşturmak vatana ihanet etmek ile eşdeğer bir eylemdir. Gelişmiş bir medeniyete kaldıramayacağı büyük bir yük yüklemek ekonominin iflas etmesi anlamına gelebilirken, henüz gelişim süreci devam eden bir ülkenin 13 milyon sığınmacı yükünü kaldırabileceğini ummak devletin intihar etmesiyle eş değerdir. Küresel ölçekte bir müdahaleye ihtiyaç duyulan bir konuyla neredeyse tek başına ilgilenmek başlı başına yıkım oluşturabilir. 

Savaşın bittiği noktada birbirinden farklı olan ve entegre süreci başarısız sonuçlandığı tescillenen savaş travması kurbanlarının, süreci düzgün yönetememiş bir ülkede yaşaması doğru değildir. Kötü sonuçlar doğmaktayken daha kötü sonuçların doğuşunun engellemesi için bir an önce misafirleri kendi ülkelerine göndermek gibi akılcı çözümler üretilmelidir. Uyum sağlamış, yetenekli, eğitimli ve güzel ahlaklı azınlığa ise kalma seçeneği sunulabilir. Aksi takdirde kendi içimizdeki cehalet zaten bizleri yeterince sarsmaktadır. 


Lgbt bireyleri, sahipsiz bırakılıp terör örgütlerine meze yapılmamalıdır. Devlet kimsenin cinsel yönelimlerinden tiksinmez, devletin duyguları yoktur. Yalnızca seçim zamanı geldiğinde hatırlanan diğer bir azınlık grup olan aleviler, vergilerini ödüyor ise hak ettikleri mezhep hizmetlerini almaları gerekir. Devlet popüler ve kalabalık olan görüşlerin uzvu değil bütün vatandaşların devletidir, o halde bazı çocuklarına üvey evlat muamelesi yapmak yerine herkese eşit mesafede yaklaşmalıdır. Devlet, yaramaz çocuklarını çığırtkanlık yapmaya teşvik etmek yerine onlara doğru eğitim vererek, diğer kardeşlerine karşı empati yapmayı öğretmelidir. 

Devlet, inançsız insanların haklarını korumalı, başka etnik grupların kültürlerini yaşatmalı, resmi olmayan dilleri koruma altına almalı, farklı inançlara mensup olan alt gruplara ise ibadet olanakları sağlamalıdır. Din kurumu, yalnızca egemen olan inanca hizmet etmek yerine, bütün inançlara hatta halk tarafından kabul gören felsefi görüşlere desteğini sunmalıdır. Ajan rahiplerin peyda olması gibi sorunların önüne geçmek adına, ihtiyaca göre farklı din adamları yetiştirmeyi görevlerinin arasında görmelidir. 


Türklük kavramının bağlamından koparılıp, ulus devlet anlayışından bağımsız bir kırbaç haline gitirilmesinin önüne geçilmelidir. Tarihiyle övünen ama kibirlenip ders çıkarmayı unutan bir millet yaratmak yerine, sağlam lobicilik faaliyetleriyle dünyada kültür endüstrisi oluşturan küresel bir güç olunmalıdır. 

Kimliği gizleyen kıyafetler haricinde, vatandaşların inanç temsiliyeti olan kıyafetlere karışılmamalıdır. Geçmişte uygulanan yozlaşmış laiklik kavramı yerine, dengeli, duygusuz ve rasyonel laiklik sistemi tesis edilmelidir. Bir dönem mağdur edilmiş olan azınlık gruplara adaletle yaklaşmalı ve fail-i meçhuller ülkesi olma imajı düzeltilmelidir. Azınlık grupları, örtülü faşist bölücülerin ve bölücü terör örgütlerinin eline malzeme yapmak isteyenlerle tavizsiz mücadele edilmelidir. 

En önemlisi, net ve şeffaf bir adalet kavramı tesis edildiği vakit, paranoyaklaştırılan, kutuplaştırılan, düşmanlaştırılmaya zorlanan insanların özüne dönmesi ve yalnızca vatandaş halini alması uzun sürmeyecektir. 


Devletin, hükümete giydirilen bir zırh olduğu unutulmamalıdır. Eğer devlet ve hükümet iç içe geçmiş ise ve adalet kavramı belirli bir güruhun tekeline geçmiş ise bu güç zehirlenmesinin tedavisi için, istenen kıvamdaki hükümet başa gelene kadar seçimlerde halk arzusunu sandıklarda sürdürmeye devam etmelidir. Devlet bir beden, halk ise bedenin hücreleridir. Devletin beyninin ve organlarının sağlıklı çalışmadığı vakitlerde, halkın değişim iradesinin kendi elinde olduğunu hatırlaması yeterlidir. 



14.Anlama ve empati


Gelişmiş toplumların zıt kanatları aşırı radikal olmadıkları müddetçe, ortak kırmızı çizgiler söz konusu olduğunda bir araya gelmeyi çok kolay başarırlar. Birleşmek için sınırlarımıza düşman süngülerinin dayanmasına hacet yoktur. Memleket, adalet, özgürlük, eşitlik, barınma, eğitim gibi kavramlar söz konusu olduğunda insanlar hangi ideolojiye, ırka, inanca veyahut mezhebe mensup olurlarsa olsunlar bir araya kolayca gelebilmelidir. Siyasi manevraların kuklası olduğunuzda temel ihtiyaçlarınızı dahi karşılayamazken, kendinizi soyut düşüncelerin kavgasını ölümüne veriyorken bulursunuz. Halkın binlerce ferdinin ağzına sakız olan "İsterse dolar yüz lira olsun biz yolumuzdan dönmeyiz" sözü, konuya dair iyi bir örnek teşkil eder. 

Toplum, birbirinden farklı parçalardan oluşan bir bütündür. Herkesin aynı düşündüğü, aynı sonuçlara ulaştığı yerde biat kültürü vardır. Orada toplumun değil cemaatin, müridin bir parçası olunur. Foucault, "Bir yerde herkes aynı düşünüyorsa orada kimse yok demektir" sözü aynı sonuca işaret eder. 

Herkesin farklı kutsal değerleri olabilir, mühim olan kendinde olmayan değerlere tahammül edebilmek, saygı duyabilmektir. Oysa bizim insanımız neyin karşısında durduğundan, kime karşı savaştığından dahi bihaberdir. 

Üniversite öğretmenim, 

"Karşısında olduğunuz görüşleri çok iyi bilin. Bir görüş sahibi olmanın tek yolu budur" demişti. Eğer neyi benimseyip benimsemediğinizi bilmeseniz aslında reddettiğiniz görüşten olup olmadığınızıda bilmezsiniz. Bildiğiniz takdirde verdiğiniz savaşın da seviyesi farklı olur, değerlerinizden emin olursunuz ve hoşgörü eşiğiniz yükselmeye başlar. Nihayetinde Spinoza'nın dediği gibi "Bütün kötülüklerin kaynağı cehalettir."

Radikalleşmek, kutuplaşmak eninde sonunda insanların arasında aşılmaz bir uçurum yaratır. Tek yol değerlerin sınanması ve insanların ortak değerler çatısı altında toplanmak üzere birbirlerine yaklaşmasıdır.


15. Sivil İtaatsizlik


Orta Doğu toplumlarında felsefi ilerleme belirli bir noktadan sonra devam etmediğinden ve ilerlemenin sonucu olan insan hakları, demokrasi, cumhuriyet bilinci, özgürlük kavramları doğal bir biçimde halkın gündemine gelmediğinden anlaşılamamıştır. Din ve devlet bir noktada iç içe geçmiş, devlet kutsallaşmayı sürdürmüş ve insanın hayatını kolaylaştıran bir organizma olması gerekirken onu her anlamda yönlendiren bir araç haline gelmiştir. Oysa devlet, çoğalan kalabalığın ihtiyaçlarını karşılamak için toplumun sözleşme yaparak oluşturduğu bir sistemdir. Atatürk, halka güvenerek, onlara anlamalarını umduğu bir güç bahşetmiştir. Bize miras bırakılanı anlamak ve pratikte başarılı olmak bizim elimizdedir. 

Devlet rutininden çıktığı vakit, basit bir direniş formülü vardır: Sivil İtaatsizlik. Henry David Thoreau'dan, Gandhi'ye, oradan Martin Luther King'e ve bizlere miras kalan bu kavram, kan dökmeden direniş göstermenin ve yozlaşmış otoriteleri rayına sokmanın önemli bir yoludur. 

Eğitimsiz ve çürümüş bir toplumda hiçbir formül ile yaramayacağı için gelin bu noktada önemli olan diğer bir başlığa geçelim. 


16.Kitlesel Çürüme'nin göbeğinde insan nasıl kendine sadık kalır? 

 

Değerli okur, "İdeoloji İnsanları kutuplaştırır." diyen Zizek'in sözünü ve Nuovo Cinema Paradiso filminde geçen, "Kalabalıklar düşünmez; onun kendi aklı yoktur" repliğini okuduğunda artık daha iyi kavrayabileceğini ve konuyla bağlantısını kolayca kurabileceğini düşünüyorum. Dolayısıyla öncelikle yapmamız gereken şey, üzerimize yapıştırılan etiketleri sağlıklı düşünmeyi öğrendikten sonra benimseyip benimsemeyeceğimizi görmek adına bir müddet rafa kaldırmaktır. Kendi değerlerimizi sınamayı, başkalarının değerlerine ise başarabildiğimiz kadar tarafsız bakmayı öğrenmeliyiz. Birey olarak kendi fikirlerimizi inşa ettiğimiz vakit, birbirimizi tamamlar hale geleceğiz ve o zaman desteklediğimiz ideolojilerin kısır döngülerinde sıkışmak yerine, üst katları keşfedeceğiz. Hatta belki de kendimizi tahayyül edemeyeceğimiz bir seviyede ve alanda bulacağız. 

Bütün bunları nasıl yapacağız? 

Tabi ki eğitimle. Binayı ayakta tutan en temel kolonlardan biri eğitimle sağlanır. (Diğer taşıyıcı kolon olan adalet kavramından zaten bahsedilmişti.) Ülkemizde cehalet kendini eğitmen kisvesinde, çocukları istismar eden bir müdür olarak da göstermiştir. Dolayısıyla ahlak ile desteklenmemiş eğitim ölümcüldür, aksaktır. Bizleri düşündüren, sorgulamaya iten, şüphe içerisinde bırakan kaynaklardan beslenmeliyiz, bizi gerçekten tatmin edecek görüşlere ulaşmamızın en kıymetli yolu budur. 


Sonsöz


Ben kulaklarını sağır eden sessiz bir kozmik ağıt işiten, varoluş sancıları çeken, kutsallarını yıkarak kendine bir yol çizmeyi deneyen uyumsuz bir köy çocuğuyum. Kendinden olmayanı anlamaya çalışan bir ötekiyim. Sorumlu olmadığı çocuklar için daha iyi bir dünya arzulayan kafası karışık bir antinatalistim. Yüce bir mertebeye erişmiş değilim, sizler gibi gündelik hayatın sorunlarıyla cebelleşmeye devam ediyorum. Amacım okuyuculara önderlik etmek değil, deneyimlerimden faydalanarak yeni kurbanlar oluşmasının önüne geçmeye çalışmaktır. Yalnızca şunu diliyorum: Yaşayanlar ve yaşayacaklar adına daha iyi bir yaşam yolunu kutsayalım. 


V. Kurkut