Hayatın içinden satırları roman diye toplayan kızın hikayesi bu. Anlatımı bozuk, kırık dökük satırlarla dolu bir hikâye. 

Durduğu yerden yanındaki cama dönüp baktı. Karşısında bir sürü ev, bir sürü yaşam vardı. Bulunduğu yerden kendini soyutlayıp o evlerdeki yaşantıları düşünüp duruyordu. Çatılarında anten dolu evler… Bir, iki, beş, on ve daha birçok anten. Bu antenlerden açılan kanallar, diziler… 

Eskiden Kemal Sunal filmleri çıkardı o kanallarda, hepimizi bir odada toplar, güldürürdü o filmler. Peki şimdi nerede kaldı o gülüşlerimiz? En son nerede bıraktık gülüşlerimizi? İçine sinsilik karıştırmadığımız saf gülüşlerimizden bahsediyorum. Nerede onlar?

Havada kara bulutlar hüküm sürüyordu bugünlerde, kar yağacak diyorlardı yaşlı amcalar otobüste. Göç etmeden kalan kuşlar vardı gökyüzünde. Göç edecekleri bir yer olmadığından mı kalmışlardı yoksa geride kimseyi bırakmak istemediklerinden mi? Onlara yem verip dert yanan Ayfer teyzeyi yalnız bırakmak istememiştirler belki de. Ah benim masum düşlerim. 

Kafamı dışarıdan içeriye çevirebildim sonunda. Kafamdaki milyon tane düşünceyi yerine koyup gitmekte ve gelmekte olan insanlara baktım. Tabii düşüncelerim, benim haylaz evlatlarım durduğu yerde durmazlardı. Yine düşünecek, dert edecek bir şeyler bulurlardı birazdan. 

Kütüphanede de olsa gidenler ve gelenler oluyordu. Kimi bir dolu bilgi öğrenip hayallerini gerçekleştirmeye çalışıyor kimi ailesinin gözünü kara çıkarmama çabasındaydı. 

‘‘Ne olacak bu gençlik?’’ dedim içimden sanki çok yaşlanmışım gibi. Kim derdi ki üç sene önce üniversite sınavına çalışan o gençler gibiyken şimdi yeni kaygılarla buralara geleceğimi?

Ah, sınava hazırlandığım yıllar ah. Bir sevdiğim vardı o zamanlar. Tek taraflı bir sevdayı taşırdım gönlümde. Gönlüme ağır gelirdi bazen bu sevda ama şimdilerde baktığımda gönlümü büyüten bir sevdaymış, bana sevmeyi öğreten bir sevdaymış diyorum. Hatta bir gün sınav öncesi ona fizik anlatırken elim ayağım birbirine girmişti. Heyecandan ne yapacağımı bilememiştim. Ne masum seviyordum, şimdi nerede kaldı o duygularım? Duygularımı da kuruttuğum çiçekler gibi bir kitabın arasında mı unuttum?

Acaba o ne yapıyordu? Bir daha onu ben gibi saf seven birisi çıkmış mıydı karşısına? Çünkü o da ben de sevilmeyi hareket ediyordu. Yalnızca yüreğimiz yüreğimize denk değildi.

Ah benim haylaz düşüncelerim, ben sana demedim mi bu mevzuları açmak yok diye... Bak, kargaların kargaşası hâkim dışarıda. Neyin tantanası bu kargalar? Yoksa sizde ben gibi derin mevzularınızdan kaçmak için gündelik dertler mi edinirsiniz? Ama bakın burada ders çalışan ablalarınız, abileriniz var, biraz sakin. Sonra ben varım mesela odağını bulmaya, korumaya çalışan haylaz düşünceli ben. Yeterince kaygılarımız var zaten bizlerin. Bak bir abinin gözünden okudum kaygısını “Acaba başaracak mıyım?” diyor. “Ya olmazsa? Hayat çok zor, ben ne yapacağım? Peki hayallerim ne olacak?” diyor bir ablan bak. Bir ablan da kendini bulmak için uzaklara dalmış. O uzaklarda kendini bulabilmek mümkün mü? Eğer öyleyse ben en uzaklara dalayım, bayağıdır kendime kayıbım. O sırada anlamı bozan bir cümle gibi düşüncelerimin arasından "Yaktı Beni" çalan bir araba geçti. Birileri yine fazla hüzünlüydü anlaşılan. Geçip giderken sokaklardan sokakları hüzünle doldurmuştu. Zaten artık her köşebaşında simitçiler hüzün satıyordu. O eski masum gülüşler, sevdalar eskide kalmıştı belki de yüreğimizin attığını hissettiğimiz zamanlarda. Şimdi insanlar değişti, hayat değişti. Bir ben kaldım geçmişe dönmek isteyen. Beni de yakında eski bir kasetin içine koyarlar zaten. Korkmayın, kimselere zararım da yok kendimden başka.

Satırlar birikmiş bir bir içimde. Ne olur bu satırlardan bilmiyorum. Neyi biliyorsun ki demeyin sakın bana, ben size bildiklerimi vadetmiyorum. Kıyısız köşelerimden alabora olmuş birkaç paragraf vadediyorum sadece.