Kocaman dağlar sıra sıra dizilmiş, bulutlar parlıyor. Güneş utangaç, gölgelerin efendisi. Karlı etekler, don tutmuş yer, kaygan ruh. Çalı çırpı otlar sakinliğini korumuş, rüzgâra kafa tutuyorlar.
Çocuk dağın tepesinde yalnız. Hasır şapkası baba yadigarı. Hiçbir zaman kaybetmek istemiyor. Kırmızı atkısı boynunu sıcak tutuyor, arada ayağına dolansa da seviyor atkısını çocuk. Eline geçirdiği yılların izini taşımış bir dal parçası. Kıymıkları küçük ellerine batıyor. Sol elini kaldırıp gözüne siper tutuyor. Sadece dağlar ve rüzgârın uğultuları. Yalnız başınalık.
Kendisine sürekli diğer adımını atmayı hatırlatıyor. Ayakları çapraz. Birbirine değiyor. Yürümek daha bir zor. Annesi küçükken ineklerin altına kaldın demişti. Çayını yudumlarken gülmüştü. Sıcak kahkahasını hala hatırlıyordu çocuk. Hikâyeyi sevmişti. İneklerin altında kalan çocuk. Buna inanmıştı.
Şimdi yalnızdı. Atkısı, şapkası ve sopasıyla kendini kâşif gibi hissediyordu. Arkasına baktı. Uzun bir yoldan gelmişti. Önüne baktı; daha çok yol var gibiydi. Uçsuz bucaksız gelecek ve zamanın izleri bulutlarla beraber güneye yol alıyordu. O da güneye gidiyordu.
Dedesini bulduğunda her şey anlam kazanacak. Şarkılar duyulacak, belki kuşlar tekrar yer yüzüne iner, nispet yapmazlar.
Gökyüzünde kocaman bir kartal gördü çocuk. Gökyüzüne bakarken neredeyse düşüyordu. Dengesini yitirdi, sopasından destek alıp dikleşti ve tekrar kartala baktı. Kocaman kuşlar. Yeryüzüne inmeden havada süzülüyorlar. Yorgunlar, çocuk bunu hissedebiliyor. Açlıktan zayıf düşmüş ama yeryüzüne inmek akıllarından geçmiyor.
Çocuk yoluna devam etti. Güneş bulutları geçti dağların ardına gizlenip ilerledi. Boş bir kulübe gördü. Ahşaptandı. İçeriye girdi. Küf tutmuştu odaları, karınca ağlarıyla sarmalanmıştı. Yalnız bırakılmıştı. Sıcak değildi ev. Çocuk üşüdü. Burada görünmesi gerekenleri mezara sokmuşlar ve üstüne toprak atıp gitmişler.
Çocuk da öyle yaptı. Kulübeyi arkasına alıp yürümeye devam etti. Mola verdi çantasını aralayıp son peynirini kemirip suyunu içti. Rüzgâr suratını ısırsa da yola devam etti.
Evin boşluğu yüreğini titretmişti ve etkisi öylece gidecek gibi değildi. Gece olduğunda bulduğu kuru dallarla ateş yaktı. Köşeye kıvrılıp ağladı. Durduramadı.
Sonra güneş doğdu. Hep güneş doğardı.
Kaldırımlarda ağaçlar birikmişti, yaprakların içi soğuktu, düştüğü caddelerde yaz sona erdi. Ve pencerelerin gerisinde insanlar yoktu, bacalar sessizdi ve tekinsiz bir duman yoktu gökte. Sarının hasta tonları vardı. Okul bahçelerinde uğuldayan bir saman kütlesi geziyordu. İçi boştu her şeyin, sarının ve güneşin.
Kıymık dolu elleri
Uzandığı yerde saçmanın ve alakanın
Yolun gerisi ve ne kadar tepildiği
Cahil aklı,
Düşleri geziyor ve tüm romantikliği yanında
Kıymık suratında, çıkmıyor
Güneş sarı ve gülümsüyor.
Mısra Ergök
2024-10-22T21:03:59+03:00Öyküleriniz güzel. :)
Morpheus
2024-10-22T20:45:41+03:00Bu Öykü @Üçüncü ile beraber yazılmıştır.