Parçan bedenime mühürlü kızıl ruh, ne zaman aynaya baksam soluk rengim çehremde yinelenen çizgilerin yenildiği yürek sızısını hatırlatır. 

Seninle karşılaşmamız yaz gününe dönük açan leylak ağacının neşeli esintilerinde saklı. Renklerin tezahürü belki burada can bulur diye düşünürken yazgımdaki patırtıları bu kadar düşük tahayyül etmezdim... 


Bahar kokulu nergislerin arasında doğumun zemheri bir yer edinmiş.

Ne zaman telaşeli günleri içime çeksem çeperlerimde bir ürperti peyda olur. Sanırdım ki gölgemde gezinen karanlıkların suçlusu yalnızca benim gözlerim. Oysa ben çaresizliği kesik kesik içime çekerken onca zorbalığın ceremesini sen üstlendin. Köksüz kaldığında bile kendi özünden beslenen çiçeklerim vardı senin nezdinde. Çünkü hükmüm kesindi, sana sunulmadan atmayı bırakan kalbini yanıma alıp hayatı seninle yaşamalıydım. 

Beni zarif bir tebessüm ile karşılamana rağmen bazen utandım ve seni sakladım. Kaçtığım tüm manzaraların şahitliğini yaptığından çekinik kaldım kendime ve göğe yükselmeni istedim. Lakin varlığın ayrık otunun saldığı kök kadar inatla saklanıyordu kisvemde. 


Ben kendimden ne kadar uzakta filizlenebileceğimin talim atışlarını yaparken sen koşuşup duruyorsun benimle bir ölüm pervanesinde. Hatırımda cereyan eden vicdanımın nice kentlerini yıkmaya çalışırken uykularımdan yuvarlanıyorum. 

Ne zaman seni bırakmak istesem rüyalarımda yakamozları sönük bırakıyorsun. 

Sanki derime kazınmış bir devinim, afaki bir haritayı gösterircesine, bana seslendiğin gün ellerimde bir kasımpatı son nefesini veriyor. 


Tütsülenmiş bakışlarımda saklı kutsanmış haren. 

Ne zaman gökyüzünde bir nefes peşine düşsem; imgen, kanlı hesaplarda açan sardunyalara doğru pusulanın yönünü dizginliyor.

Bir günahın ağırlığındandır bu ömrüme yoldaşlığın desem, kaç af kurtarır ki beni gezegenin parmaklıklarından?