Kalemi bırakıp etrafıma bakındım, her yer darmadağındı. Sandalyeden kalkıp kitaplarımı yerden toparladım, rafa yerleştirirken daha önce görmediğim bir kitap gözüme ilişti. Eski, cep boy ve şaşılacak derecede ince bir kitaptı, muhtemelen annemin kitaplığından gelmişti buraya. Kitabı elime alınca kapaktaki kızıl saçlı küçük kızla göz göze geldik. Kız kapağın tam ortasındaydı; mavi bir elbise giyiyor, içinde iki balık olan büyükçe bir fanus tutuyordu, bakışları hüzünlüydü. Aklıma küçükken izlediğim çizgi filmleri getirdi. Sanki biraz sonra canlanıp oradan çıkacaktı ve birlikte gökyüzünü keşfedecektik. Hafifçe güldüm. Kitabı yerine bırakıp işlerime döndüm.


Tüm işlerimi bitirince sandalyemde gerindim. Hava kararmış, yapay ışıkların katlinden kaçmayı başaran birkaç yıldız karanlık gökyüzünde ay ile beraber parlıyordu. Küçük kızın olduğu kitabı da yanıma alıp mutfağa indim. Hızla bir sandviç hazırlayıp arkada gürültü olsun diye televizyonu açtım. Haberler henüz bitmiş, bana saçma gelen yaz dizilerinden birinin özeti yayınlanıyordu. Sesi evdeki sessizliği bastıracak düzeyde açıp sandviçime ve kitaba döndüm. İlk lokmamla beraber kitabı açtım, ilk sayfa sadece bir imza ve kedi pençe izlerinden oluşuyordu. Ardından -adetim üzere- sayfaları çevirip üstünkörü baktım. Tamamen çizimlerden oluşan bir kitaptı. Pençeli sayfadan sonraki sayfayı açtım ve incelemeye başladım. Bu sayfada gösterişli -saray yavrusu tabiriyle birebir uyabilecek- bir malikâne ve yanında eski bir kulübe vardı. Kulübenin yanında ise kapaktaki kız çocuğu yırtılmış kıyafetleri ile duruyordu. Anlamlandıramadım. Ne resmi ne de dolmaya başlayan gözlerimi.


Sandviçimden son lokmayı alırken diğer sayfaya geçtim. Üzerinde özensizce birleştirilmiş iki kumaş parçası ve plaket duran, en iyi dikiş makinelerinden birisi ve özenle dikilmiş bir elbiseyi tutan kapaktaki kız çocuğu vardı. Sol gözümden bir damla yaş süzüldü.


Sonraki sayfaya geçtim. Yine kız çocuğu, bu kez sayfanın ortasında tek başına. Sağ elinde açılmış, yırtık pırtık bir şemsiye var. Omuzlarını kendini korumak istercesine yukarıya kaldırmış, sol kolunu kendisine sarmış. Gözleri kapalı, yanakları ıslak, kızıl saçları dağılmış, alnında hafif kan var, kolları morarmış. Kırmızı bir dolu yağıyor üzerine, ondan olsa gerek bu hâli. Dolu yağarken üzerine, yırtık bir şemsiyeyle korumaya çalışmış kendini. Gözümden akan yaşlar sayfayı ıslattı bu kez.


Daha fazla devam edemeyeceğimi anladığımda kitabı kapatıp etrafıma bakındım. Mutfakta, tezgahtan birkaç adım uzaktaki yemek masasındaydım, sol tarafımda benden uzaktaki televizyonda aynı dizi oynuyordu, yanımdaki sandalyede ise kızıl saçlı kız çocuğu oturuyordu. Evet, kitaptaki kızıl saçlı kız çocuğu. Ağzımdan bir hıçkırık kaçtı, kız bana bakıyordu, gözlerinde herhangi bir duygu yoktu. Sadece bakıyordu. Ağlamam şiddetlendi, kız beni izledi. Bu yaklaşık bir saat sürdü. Bir saatin sonunda dayanamayıp odama çıktım. Kendimi yatağa atıp duvara döndüm ve ağlamaktan şişmiş gözlerimle uyumaya çalıştım.


Uyandığımda hava aydınlanmıştı, gözlerim sızlıyor, başımda hafif bir ağrı vardı. Odama girip camımı açan anneme baktım, camı açtıktan sonra yatağıma oturdu ve bana şefkatle gülümsedi,

-Geldiğimde uyumuştun çoktan, çok mu yoruldun güzelim?

Onay amaçlı başımı salladım.Saçımı okşarken sahte bir kızgınlıkla söylendi.

-Elektrik faturasının yarısını senden alacağım, açık bırakmışsın televizyonu kaç saat!

-Olur ama önce bana para vermen gerekiyor ki sana faturanın yarısını verebileyim.

Kahkaha atıp ayaklandı,

-Kitabını da mutfakta unutmuşsun, koydum masanın üzerine.

Bu sözlerden sonra odadan çıktı, yaklaşık on beş dakika sonra da ben yataktan çıktım ve masama ilerledim. Korkarak aldım kitabı elime, her şey aynı gibi gözüküyordu.

Hayır.

Aynı olmayan bir şey vardı.

Kızıl saçlı kız, yoktu. Kızıl saçlı kızın olması gereken her yerde ben vardım.