Yazamıyorum.
Gerçi yazamamaktan değil de yazasım gelmiyor. İçim karanlık, içim acıyor. Ben karanlıkta yazamam. Deniyorum olmuyor. Harfler birbirine giriyor. Acımasına dayanırım da yazamamak en kötüsü. Herhangi bir acı tarifi yok, tarifsiz.
Kalabalık su gibi. Durmuyor bir yerinde, tutamıyorum. Hoş ya tutmaya çalışmam da bir garip. Kalabalık tutulabilir mi yahu? Yahu bu nece istektir? Akar gider parmaklarından. Hem de tam avcundayken eriyiverir. Ya peşinden sürüklenirsin ya da boğulursun. Zaten karanlık, nefes de alamıyorum. Ben sanırım boğuldum. Muhtemelen ölmem. Bir balık beni bulur, suni teneffüs yapar. Tanrı bir daha ruh üfler. Geçer gider, az önce ölmemiş kadar olurum. Turp gibi olurum. Sapasağlam. Sonra suyun sesi uzaktan hoş gelir. Sonra ben bir daha kalabalık bulurum. Susuzum diye bahane uydururum ve ben bir yudum için yine boğulurum. Dirilir miyim? Onu da bilmem. Sahi yaşamak ve ölmek arasındaki farkı da bir türlü çözemedim. Ölünce de anlamam gibi. Ölüm kalana kötü, ölüm kalana ölüm. Ve hatta bu bir itiraftır. En bencil olduğum zamanlar öldüğümü hayal ederim, herkesin arkamdan ağladığını düşünürüm. Ben de ağlarım.