Ahmet Savak, sokağın sağından, sağ kolunu dokunduğunda sıvaları dökülen duvarlara sürterek yürüyordu. Evin sokağına vardığında her zamanki gibi sokakta çocuklar oyun oynuyordu. Çocuklardan birinin başını okşarken baldırında bir sızı hissetti ve sendeleyip yere düştü. Yere düşen Ahmet çocukların kaçtığını fark etmedi. Elini baldırına götürdüğünde bıçaklandığını anladı.“Bu kez yırtamadın Ahmet,“ dedi. Neyse ki bu konularda tecrübeliydi ve bedenini zor bela ayağa kaldırıp eve yetişmeye çalıştı.
Eve vardığında annesi kapıda bekliyordu, “Yine mi?“ diye hayıflandı. Bu hafta ikinci kez bıçaklananAhmet artık bazı olayların ona normal gelmesini bile garipsemiyordu. Onunki alışkanlık değildi; sanki bir tek seçenek varmış gibi, adeta balıklama atladığı sulama kanalının içinde yüzerken akıntıya karşı direnmeyip, kanal boyunca akması gibi hayatı akıyor, tekrar tekrar izlediği televizyon dizisi karşısında artık tepki vermiyormuş gibi hayatı karşısında öylece sürükleniyordu.
Annesi acele ile yarasına bakmış, çok derin olmamasına rağmen akan kanı durdurmak için bir paket sigaranın hepsini kırmıştı. "Tütünü basılı tut, yarım saate kanama duracak,“ dedi. “Evden de bir süre dışarı çıkmazsan iyi olur.“
Ahmet “Birkaç gün daha çıkmazsam eve kadar gelecekler.“ dedi. Annesi, Ahmet'in ne demek istediğini anlaması üzerine gözlerini oğlunun üzerine dikti. Ahmet, düşündüklerini reddeden bir gerçeğin var olduğunu anımsadı ve bu varlığın içinde, kaybettiği endişe duygusunu tekrar bulmak için aramaya çıkan bir şahsın ifadesizliği yüzüne yansıdı. Annesi ile yüz yüze geldiği zamanlar; aslında konuşmadan da birbirlerini anladıklarının, karşılıklı ifadeler ile arada geçen zamanın boşa gitmediğinin göstergesiydi.
Ahmet Savak'ın yaşadığı mahalle dört duvarla çevriliydi. Mahalleye girerkenki insan ifadeleri duvarlar kadar soluktu. Şahısların yüzlerindeki ifadesizlik gözlerindeki parıltıyı söndürmüş, adeta sönmüş bir kömürden yükselen duman gibi süzülüyordu. Ahmet bulaşık yıkayarak geçimini sağlamaya çalışıyor, çalıştığı yere uyuşturucu sokmak isteyen mahalle sakinlerine annesinin isteği doğrultusunda direniyordu. Kendisini destekleyen kişiler ile irtibatı zaman zaman kopsa da beraber hareket etme çabası ile aynı amaca hizmet eden birtakım kimsesizler olarak kendilerini ifade ediyordu.
- Sabit bey hoş geldiniz.
- Bugünkü menüde ne var?
- Necmi usta birazdan gelecek, o karar verecek. Ancak *crack yapmayı düşünüyor. Bana soda getirmemi söyledi.
- Babana ne zaman usta demekten vazgeçeceksin.
- Usta olduğum zaman.
- Peki, ne zaman usta olacaksın?
- Babam “baba olduğun zaman usta da olursun.“ dedi.
- Ustalık babalıktan daha mühimdir.
- Ancak gerçek usta olunca gerçekten baba olacağım. Siz, hiç çocuklarına usta olmayan baba gördünüz mü?
Sabit bey her zamanki sakin tavrıyla omzunu silkti ve “Ben babamı hiç görmedim.“ dedi.
Necmi'nin kulübe gelmesiyle oğlu ayağa kalktı ve çırağının başını okşadı. Uyuşturucunun üretildiği yerlere kendi aralarında kulüp diyorlardı. Necmi de mahallede taş kokaini yapan iki ustadan biriydi.
Mahallenin ileri gelenleri tarafından yönlendirilen Necmi, yukarıya bilgi verip almadan hareket edemiyor, istenilen ne ise onu üretiyordu.
- Sodalar hazır mı?
- Hazır usta.
- Bugünkü menümüz taş kebap. Crack kalıplarını hazırla Eyüp.
Sabit Necmi'ye “Bunun satılmadığını bildiğin halde neden üretiyorsun?“ dercesine bir bakış fırlattı. Necmi, “Sen de bir çocuğa söz geçiremiyorsun.“ dedi. “Kolaysa sen ikna et, iki kez bıçaklandı. Annesi bırakmıyor da kendisi istiyor gibi. Sen işini bilmiyorsun Sabit. Yok mu irtibatta olduğu çocuklar, ver ellerine çiçekleri yolla kapısına.“ dedi. Sabit örnek partileri aldıktan sonra kulüpten ayrılırken, “Senin de çocuğun var Necmi.“ dedi ve Eyüp'ün gözlerine baktı. Kapıdan çıkıp uzaklaştıktan sonra Necmi, "Ne dangalak bir adam, sanki *Mudra başkanı." dedi.
Karteller, uyuşturucu baronları, fuhuş çeteleri ve uyuşturucu vesilesiyle fuhuş bataklığına saplanmış kadınlar… Hepsinin arasında, bulaşık yıkadığı lüks restauranta taş kebabı sokmaya ikna edilmek istenen Ahmet, yaralı bacağına aldırış etmeden, kendisi gibi düşünen bir grup arkadaşıyla buluşmak için sokak kapısını araladı. Ortalık sakin görünüyordu. Bu fırsat ile birkaç gün öncesinden belirledikleri tahta köprüde buluşma noktasına doğru hareket etti. Köprüye vardığında çocukluğunu bir kez daha izlemeye başladı. Saflık duygusunun var oluşu çocukluktan başlar, diye düşündü. Beraber vakit geçirdiği arkadaşları gözlerinin önüne kadar koşuyor, sonra da kanala dönüp suya atlıyorlardı. Herkesin bireysel bir pet şişesi vardı. Kendilerini suda tutmak için üzerine çıktıkları pet şişe göğüslerinin arasından kayıyor, kendilerinden uzaklaştığında ise köprünün ayağına tutunmaya çalışıyorlardı. Derin suların üzerinde biriktirdiği damlacıkları ilk günkü gibi hissediyordu. Hissettiği damlacıkları parmaklarıyla silmeye çalışırken, kanalda artık suyun olmadığını, sildiği damlacıkların ter olduğunun farkına vardı.
Arkadaşlarından ne bir iz ne de bir ses vardı. Kafasını durmadan çeviriyor, üzerine ağırlık binen bir kimsenin tavırları ile üzerine döküldüğünü sandığı kaynar suların altından kendini çekmeye çalışıyordu. Evin yolunu tutan Ahmet, sakat bacağına rağmen hızlı adımlarla nefes almadan yürümeye başladı. İçinde garip bir boşluk ve midesinde sancı ile sokağa girdi. Sokağın başı ile evinin arasında yirmi beş metre vardı. Gördüğü manzara hafızasından hiç silinmeyecek türdendi. Kapısının önündeki arkadaşlarının kimisinin boğazı kimisinin bacağı kesilmişti. “Kanları taze!“ Olayın yeni olduğunu düşünen Ahmet boğazını tuttu. Bir demir parçası yutmuş gibi yutkundu. Kendisine gelmesi yirmi dakikayı buldu ve eve girmeyi başardı.
Oğlunu ilk defa öyle perişan gördükten sonra kanlı ayakkabılarını fark etti. Ahmet hiçbir şey söylemeden salondaki yırtık, fileli, tahtaları yıpranmış fakat oturmaya engel çıkartmayan koltuğa yığıldı. Pencereden dışarı bakıp, insanın kendi boşluğunda düşüp; o boşlukta nasıl boğulabileceğini düşündü ve ekledi: Hayatın boş koridorlarında ilerlendiği zaman, boş bir sokak ile çıkmaz bir sokağın eşit sayıldığı düşüncesi ve bir evin çıkış kapısından çıkarken, aslında o kapı, hayatın giriş kapısı olduğu düşüncesi arasındaki fark, fark edilmez bir incelikteki sessizliğe benzer ve bir ortamda hiç ses olmadığı zaman duyulabilecek bir yankıyı ifade eder. İşte arkadaşlarım kapının önünde, ufak bir taş parçasının kurbanı oldular. Kim bilir belki ben de olabilirim, belki de annem olabilir. Annesine mekana malı sokma düşüncesini söylemeye karar verdi.
Annesi kesin bir ifade ile “Belki biz de öleceğiz kim bilir. Kapının önüne baktım, seni gördüm, kim bilir belki kendimi görmüşümdür. Ayakkabılarını gördüğümde seni yaralı sandım, kapının önüne çıktığımdan beri ölüyüm. Onların isteklerini yerine getirirsen, sen de o saatten sonra ölüsün. “
Annesine aldırış etmeden kapının önüne çıktığında arkadaşlarından eser kalmamıştı. Vücudunun bu kadar üşüdüğünü daha önce hiç hissetmemişti. Yürüdüğü zaman çaresizliği karşısında duruyor, kendisine acıyordu. Gözyaşlarına hakim olmayarak Necmi'nin kulübüne yaklaştı.
Ahmet'i kapıda Necmi'nin oğlu Eyüp karşıladı. “Sonunda kabul ettin Ahmet ağabey. Babam da çok sevinecek, zaten biliyordu geleceğini. Seni karşılamam için beni yukarı gönderdi.“ Gözleri ağlamaktan ateş kırmızısı gibi olan Ahmet, “Bir gün ben de onu karşılarım Eyüp,“ dedi.
Necmi her zamanki tavırlarıyla Ahmet'e döndü. Ağzında sigara, bir şeyler söylüyor fakat anlaşılmıyordu. Geniş alınlı, saçları seyrekti. Orta yaşlı olmasına rağmen hayat enerjisi yüksek, işini yaparken sakin, işi dışında tez canlıydı.
“Geç otur Ahmet, işimiz uzun.” Ahmet: “Bunu hiç unutmayacağım. Gözlerine bakıp tıpkı onların gözlerindeki ifadeler gibi, çaresiz bakışlarının içerisinde bu bataklıkta seni öldüreceğim. Fakat şu an işimize bakalım...”
Necmi, Ahmet'i kale almadığını omuz silkerek ifade ettikten sonra Ahmet'e taş kokaini bir gazete içerisinde verdi. “Bunu senden saçları sarı ve uzun bir oğlan alacak, koltuk altına bir de gazete sıkıştırmış olacak. Sana verdiğim gazetenin yapraklarının uçları birbirine bağlı, ortası boş. Mallara dikkat et yoksa dikkat etmen gereken başka kimsen kalmayacak. Bu arada o Mustafa piçine söyle onu yakaladığım yerde geberteceğim.“
Ahmet, Necmi'nin yüzüne bile bakmadan yukarıya topallayarak çıktı, yukarı çıkarken Mustafa’yı düşündü. Arkadaşlarının arasında en kurnaz olanını. Necmi'nin elinden kurtulmayı nasıl başardığını merak etti ve derin bir nefes aldıktan sonra Eyüp'ün anlaşılmaz ifadelerine kulak asmadan çalıştığı mekanın yolunu tuttu.
Sabit bey hafif bir öksürükle kendisinin geldiğini Necmi‘ye hatırlattı. Necmi, Sabit‘in varlığından bihaber gibi, Necmi'nin arkasında duran çırpma makinesine uzandı. Sabit‘in anlamsız bakışlarından sıkılan Necmi, malı Ahmet'e verdiğini söyledi. “Şansına küs Sabit, hızlı olan kazandı. Artık hem üretip hem satıyorum. Sana artık ihtiyacımız kalmadı” dedi. Necmi'nin ifadeleri karşısında Sabit’in elleri titriyor, ne söyleyeceğine karar vermeye çalışıyormuş gibi düşünüyordu. Aniden arkasında duran masanın üzerindeki malzemeleri yere savurdu. Kendisinin günlerce uğraştığı şeyi Necmi'nin bir kaç saatte yaptığını idrak edemiyor, durmadan bağırıyordu. Aniden, kendisinden yapmasını istediği şeyi Necmi'nin yaptığını anladı. “Çocukları mı öldürdün? Madem sen yapacaktın bana neden söyledin,“ dedi.
“Güzel fikirleri daima desteklerim, senin yapamayacağın belliydi. Diyaliz makinesine bağlı böbrek bekleyen hasta gibi bekliyorsun. Bunamış bir ihtiyarın, kendi penceresinden sokağı izlerkenki geçirdiği zamanı karşısında elbette ihtiyatlı olmam gerekirdi.“
Necmi'nin bu tavırları karşısında daha da alevlenen Sabit, etrafa zarar vermeye başladı. Bunun üzerine Necmi, Sabit’i yakasından tutup merdivenlere doğru sürükledi ve fırlattı. Sabit merdivenlerin üzerinde, Necmi'nin içtiği sigara izmaritini alıp, hızlı bir şekilde cebine koydu ve öksürerek kendisinin bile anlayamadığı bir takım sözler söyledi. Sabit’in sözlerini anlamayan Necmi sakin bir tavırla, ”Giderken Eyüp'e söyle Cennet'i çağırsın, birazdan güneş doğacak,“ dedi.
Necmi'nin kulübünden ayrılan Sabit, yol üzerinde ne yapacağını düşünüyordu. Kendisi yeterince küçük düşürülmüş, mekana sokmaya çalıştığı mal için yaptığı yatırımlar yanmıştı. Aniden Ahmet'in evine doğru yöneldi. Ahmet'in annesi ile kardeşlerinden başka kimsesinin kalmadığını düşünüyor, onların ortadan kalkması durumunda ilk Necmi'den şüpheleneceğini biliyordu. Derin düşüncelerinin arasında Ahmet'in evinin önüne nasıl vardığını fark etmemiş, kendine geldiğindeyerdeki kan izlerine bakıyordu. Kapının kitli olduğunu fark eden Sabit, bahçenin duvarından avluya atladı.
Ahmet arka kapıdan mekana vardığında her zamanki gibi kendisinden şüphe duyulmamış, mutfağa doğru yürümüştü. Ne zaman teslim edeceğini bilmiyor, aklı eve takılıp duruyor, canı sıkılıyordu. İçinde, kanalın önünde durduğu zamanki hissiyat vardı. Yapamayacağını düşünüp, gazeteyi alarak tuvaletin yolunu tuttu. Yüzünü yıkadıktan sonra gazeteyi eline aldı ve suyun altına koyacağı sırada yanında sarışın, uzun boylu biri belirdi. Ahmet'in elindeki gazeteyi alıp, kendi koltuk altındaki gazeteyi ona verdi. ''Ellerini bu gazeteyle kurulayabilirsin,'' dedi.
''Peki, benden aldığın gazeteyle kurulamak istersem?''
Adam sert bakışlarını Ahmet'in üzerine dikti ve ''İstersen bir dahaki sefere ellerini kurutmak zorunda olmazsın. Çünkü ellerin çöplükte iken ıslak olmasına lüzum yok,'' dedi.
Ahmet ''Bu seferlik kâğıt havluyu tercih ediyorum,'' dedi.
Sabaha doğru, Ahmet son tabaklarını da yıkadıktan sonra mekandan ayrıldı. Bacağının yarası iyileşmediğinden dolayı eve topallayarak gitmesi, gün doğumunu görmesine vesile oldu.
Kapının önüne yaklaşırken avlu arkadaşlarının kanlarını tekrar görüp ürperdi. Yere bakarak sağ eliyle boğazını tutuyor, sol eliyle de kapıyı açmaya çalışıyordu. Kapının kitli olduğunu fark edip evde ters giden bir şeylerin olduğunu düşündü. Bazen Ahmet'in geldiği saatlerde annesinin kapıyı açmayı unuttuğunu anımsadı ve içini ferah tutmaya çalıştı. Duvardan atlamaya çalışırken duvarın üzerinde kan lekelerini fark etti. Bahçeye atlayıp evin sol bölümünde kalan şebekesiz pencerenin kırık olduğunu gördüğünde, anne diye bağırıp evin giriş kapısını yumrukladı. Aldığı darbelere dayanamayan kapı, hali hazırda kilidinin tuttuğu demir parçasının çatlak olması sebebiyle parçanın kırılıp açılmasına neden oldu. Ayakkabılarıyla içeriye koştuktan sonra ayaklarının varlığını hissetmedi. Ayakları doğuştan sakat bir kimsenin ifadesi ile hiç gün ışığı görmeyen bir kör gibi yere yığıldı. Kendisine bahşedilen hissiyat kavramının yok olduğu anı yaşıyor, gördüğü manzara karşısında hareket dahi edemiyordu. İçindeki hissiz tavırları ile duyguları arasındaki savaşı sürdürürken, aniden kafasında beliren birtakım dürtüler onu cesetlerden akan kanın üzerindeki izmarit parçasına yöneltti.
İzmariti alıp dışarı fırlayan Ahmet, salon ile dış kapının arasında yetmiş yıl yürümüş, sanki saçları dökülmüştü. Ona bu kadar ağır gelen yaşlılık değildi; arada geçen zamanın ne kadar uzun ve o uzunluktaki acının tazeliğiydi.
Kapının önünde Mustafayı görünce sendelendi. Ona uzun uzun baktıktan sonra gözleri dolup çocuk gibi ağladı ve Mustafa'ya izmariti gösterdi. Üç gündür sokaklarda aç gezen Mustafa elleri titreyerek izmariti aldı ve ekledi, ''Osman ile Necmi'nin işini bitirirsek bir süre mal üretemezler. Sen Necmi'nin kulübüne git, ben de Osman'ın,'' dedi. ''İkisinin de kulübünü yakalım.''
Kendisine gelmesi için Ahmet'i ayağa kaldırıp sendeledi. Kendine geldikten sonra içinde biriken intikam hırsını boşaltmak için koşmaya başladı. Mustafa'nın arkasından bağırmasını duymayıp ara sokaktan Kulübe doğru yol aldı. Osman ve Necmi'nin sadece onların Kulüplerinde taş kokaini çıkartmalarından ötürü, mahallenin kalbi sayıldıkları, Osman ile arasının iyi olmamasına rağmen yine de Necmi normal toz işlerini de canlı tutmak adına onunla iş birliği yapıyor, mahallenin sakinleri diye tabir edilen gençler ise bu şahıslar vasıtasıyla kokainin popülaritesini devam ettiriyorlardı.
Necmi, sabahın erken saatlerinde Ahmet'in işi yapması haberini aldığını duyduktan sonra kendisi için yeni bir sayfa açıldığını düşünüyor, yukarıya bağlı kalmamak adına hangi genci yanına çekeceğini hesaplıyordu. Mahalledeki yeni güç oluşumlarının fark edilmesinin, yukarının rahatsız olmasına neden olacağını düşünüyor; aklında, kendisi için zemin hazırlama planları kuruyordu. İçine sürüklendiği olayların henüz farkına varmayan Necmi tuvalete gitmek için yukarı çıktı. Aşağısı, tuvalet olması için oldukça dardı. Necmi iki katlı evinin üst katında oğluyla beraber kalıyor, alt katta karısının ölümünden sonra kimsenin oturmasına müsamaha göstermiyordu.
Evinin bodrum katındaki kulübünden yukarı çıktı. Oğlu Eyüp, her zamanki gibi kulübün önüne tahta sandalyesini atmış etraftaki insanlara göz gezdiriyor, kimin ne zaman geçeceğini, nereye gideceğini her günkü tecrübelerine dayandırarak tahmin ediyordu. Babası göz kırptı, yetişkin bir kimse gibi ayağa kalktı ve başını salladı. Yarım saat önce evde baba diye seslendiği adama o an da usta gözüyle bakıyor, onu gördüğünde saygı duruşuna geçiyordu. Eyüp aniden kafasında bir acı hissetti. Elini başına götürdüğünde kafasından akan kan gözlerinin önüne çoktan gelmişti. Bulanık bir şekilde bir silüet görmüş; kimin olduğunu seçememişti.
Ahmet Savar aşağıya doğru koşup ''Necmi,'' diye bağırdı. Etrafında hiç kimse yoktu. Hemen ortalığı dağıtmaya başladı. Eroin için kullanılan malzemeleri etrafa saçtı ve demir masayı kendine doğru çekip yere devirdi. Masanın arasından çıkan beyaz şişelere baktı. Üzerinde kimya sembolleri yazıyordu, yanıcı olup olmadıklarını merak etti ve hepsini ortalığa saçmaya başladı.
Necmi, aşağı indikten sonra, yerde kanlar içinde yatan çırağını fark etmesiyle ona doğru koşması bir oldu. Oğlum diye inlerken, içindeki acının tarifi ile ölümlerine neden olduğu çocukların, o anda canlarının yanmasının içinde uyandırdığı rahatlık ve hafiflik arasındaki fark; bir yol kadar diklemesine genişti diye düşündü. Dar bir sokak kadar ince olan içindeki ateş, bir o kadar da kalın kökleri olan bir ağaç kadar kısa ve ağırdı. Oğlunun ateşi olması gerekirken, dokunulduğu zaman insanın içinde soğuk ifadeler uyandırıyordu. Aşağıdan sesler duyduğunda ayağa fırladı ve aşağı doğru inmeye başladı.
Elindeki son şişeyi de karşı duvara fırlatıp patlattıktan sonra, merdivenlerden gelen sese doğru yöneldi. Necmi'nin daha yedi basamak kala Ahmet'in üzerine zıplaması; Ahmet'i tamamen savunmasız kılmış, onu yere yatırmıştı. Bir süre boğuştuktan sonra Necmi, Ahmet'in boğazını sıkmaya başladı. Son bir can havliyle Ahmet, ayağı ile Necmi'nin karnına bastırıp onu fırlattı. Ayağa kalkmaya çalışırken ''Neden ailemi öldürdün?'' dedi. Necmi, Ahmet'in sesinden hiçbir şey anlamayıp sağ tarafında bulunan,kokain yaparken karıştırmak için kullandıkları kalın demir parçasını yerden aldı ''Nasıl ezdin, böyle mi?'' diyerek demiri Ahmet'in kafasına geçirdi. Ahmet yere düştükten sonra son kez ''Anne,'' dedi.
Ahmet'in üzerine çıkan Necmi ''Böyle mi kırdın,'' deyip, defalarca kafasına demirle vurdu. Kafası paramparça olduktan sonra demir parçasını bir köşeye fırlatıp Ahmet'in yanına oturdu. Soğukkanlı bir ifadeyle cebinden kırılmış bir dal sigara çıkardı. Yakmadan önce son kez Ahmet'in yüzüne baktı. Vicdan duygusunu o son bakışta bıraktıktan sonra çakmağını ateşledi. Yaktığı son sigara olduğunu fark edemeden, Kulübün içinde çıkan müthiş sesin içinde kayboldu. Patlamanın şiddeti, etrafındaki evlerin camlarının tuz parçası gibi yere dökülmesine ve duvarlarının çatlamasına sebep oldu.
Mahallenin her bir köşesinden duyulan patlama, mahalle sakinlerinin sese doğru koşmasına neden oldu.
Mustafa, Osman'ın sabahları çalışmadığını bildiği için rahatça mekana girmiş, etrafa göz attıktan sonra paketlerinde duran tinerleri açıp tutuşturmuştu. Aynı rahatlıkla, kokain ustası Osman'ınkulübünü yakıp dışarı çıkmıştı.
Kulübün içinde bulduğu bir dal sigarayı yakıp oturdu. Daha önce emsalini duymadığı bir ses ile yerinden sallandı ve üzerine yukarı katın penceresinin camları döküldü.
Sesin, Necmi'nin kulübünün yer aldığı istikametten geldiğini fark eden Mustafa hafifçe gülümsedi ve ''Ahmet Savar'a yak dedik, o gitti havaya uçurdu,'' diye düşündü.
-Yusuf YÜCE-
*Mudra:Mudra e. V. 1980 yılında daha evvel uyuşturucu bağımlısı olan insanlar tarafından, sosyal pedagoglar tarafından ve fahri çalışanlar tarafından kurulmuştur. 1987’den bu yana Türk kökenli uyuşturucu bağımlılarına ana dillerinde danışmanlık hizmeti verilmektedir. Bununla beraber 1989’da özellikle göçmen ağırlıklı bir başvuru merkezi açılmıştır.
*Crack: Taş Kokain-Kokain hidroklorik formuna sodyum bikarbonat ve ya amonyak ve su eklenerek elde edilen formudur.